Bir girişimcinin anatomisi

Girişimci olmak dendiği zaman herkesin aklına belli başlı iş fikirlerini hayata geçiren, dükkan açan, esnaflık yapan, vs. buna benzer yollarla para kazanan insanlar gelir. Oysa girişimciliği şöyle bir durup da sakin ve mantıklı bir şekilde incelediğimiz zaman; tahmin edilenden çok daha derin, çok daha yaralı, buna bağlı olarak da çok daha hırslı ve saldırgan bir bilinçaltıyla karşılaşırız.

Bazıları daha temkinli ve daha emin adımlarla ilerlemekle beraber, adını hepimizin duyduğu girişimcilerin birçoğu; çok az insanın yaşayacağı şeyler yaşamış, çok az insanın depresyona ve intihar eğilimine yönelmeden dayanabileceği bir hayat sürmüş; etrafında aynı hayatı yaşayan birçok insanın aksine durmadan öğretilen ve dayatılan şeyleri sorgulamış ve belki de onlardan başka hiçbir insanın katlanamayacağı kadar çalışan ve aynı anda iki, hatta üç işe birden ve belki de aynı zamanda okuluna koşturabilecek kadar enerjik insanlar olmuşlardır.

Aslında bu kelimeyi arka arkaya söyleyince biraz komik olabiliyor. Girişim, girişmek, girişiyorum, girişeceğim, gel ben sana bir girişeyim gibi…Neyse sulandırmayalım.:D Girişmek ve girişimcilik candır arkadaşlar..:)

Belki işin bu boyutunu derinlemesine düşünmeden sadece para kazanmak; tabiri caizse ekmek paranızı çıkartmak için çalışıp durdunuz. Başarılı da oldunuz. Ki bunları düşünmemekte haklısınız. Çünkü; büyük ihtimalle hayatta kalabilmek için sadece, ama sadece para kazanmanız gerekiyordu ve beyniniz bir savunma mekanizması geliştirerek sizi “para kazanma” hedefi dışındaki şeylere kafa yormaktan korudu. Ama zaten artık kendinizi çekip çevirecek parayı kazanıyorsunuz, hatta belki de çocuklu bir aile geçindiriyorsunuz. Hatta ve hatta; belki de tüm bu giderlerinize rağmen para biriktirip yatırım yapabilecek kadar kazanıyorsunuz. Savaştan yeni dönmüş bir askerle hayatı boyunca boğaza karşı viski içerek var oluş, yaratılış, vs. felsefi konular üzerine düşünen bir burjuvanın karşılaştırılması gibi düşünebiliriz bu durumu. Korkmayın; size şimdi paranın o kadar da önemli olmadığını falan söylemeyeceğim..:D Hemcinslerim olarak siz de gayet iyi biliyorsunuz ki; hayatta üzüntü, keder, özgüvensizlik, kaygı, aşk acısı, gönül yarası, boşlukta hissetme, depresyon gibi türlü türlü kılıflarla andığımız sorunların tek, ama tek kaynağı “parasızlık”tır. Bunları çözecek olan tek şey de paradır. Daha çoğunu çözecek olan tek şey de daha fazla paradır…:))

Diğer insanların, özellikle orta sınıf olarak tabir edilen kesimin tersine siz; hiçbir hafifletici, yumuşatıcı ve daha iyi hissettirecek kavramlara ihtiyaç duymaksızın her şeyi %100 saf bir gerçeklikle görebilme lanetine sahipsiniz. Üzgünüm; ne yaparsanız yapın bu lanetten ölene kadar kurtulamayacaksınız. Beyninizde durmak bilmeyen o daha fazlasını kazanma, daha fazlasını öğrenme ve keşfetme, daha fazlasına sahip olma arzusuna bağlı olarak uzaklardan sizi çağırdıklarını duyduğunuz sesler yüzünden; hiçbir zaman diğer insanların kafasında canlandığı şekilde mutlu olamayacaksınız. Ama garip ve tarif edilemez bir şekilde huzuru hissedeceksiniz. Kazanmanın, elde etmenin, savaşmanın, çocuk masallarına inanmadan hareket edebilmenin ve belirsizliğin verdiği huzuru…

Eğer söylediklerim biraz aşırı geldiyse size yardımcı olayım arkadaşlar: Etrafınızdaki onca insan; güvenli olduğu gerekçesiyle güzel güzel üniversite okuyup iş yerinden alacağı maaşla geçinmekte sıkıntı görmüyorken, “Buna da şükür..”, “Yuvarlanıp gidiyoruz.” gibi avuntularla; günde 7-10 saat yaptığı köleliğe karşılık, yolda geçen zamanı ve uyuduğu zamanı çıkartırsak kendisiyle baş başa veya eşiyle günde ancak 2, belki 3 saat vakit geçirebilmeye eyvallah derken (onun da bir kısmı akşam yemeğiyle, bir kısmı da dizilerle, küçük bir kısmı da vakit ve enerji kalırsa yatak odasında geçer emin olun…:)); sizi kendi kurallarınızla oynamaya ve yeni bir kıta keşfetmeye giden denizciler misali kimselerin bilmediği o sulara yelken açmaya iten dürtü neydi?… Başarılı bir girişimci; sahip olduğu azim ve zekayla okulunda okuduğu bölümü gayet güzel bir şekilde bitirip derme çatma bir işi bile herkesten iyi yapabilecekken; siz neden emir almadan para kazanmak ve vereceğiniz bütün çabaların karşılığını adil bir şekilde almak için karşı konulamaz bir arzu duyuyordunuz?… Rahat mı batıyordu size?…

Tabii ki hayır! Etrafımda herkes paranın önemli olmadığını, önemli olanın mutluluk olduğunu söylerdi; ama bu konu ilkokul 2. sınıftayken kafama ciddi anlamda takılmıştı. Emekçi bir işçinin çocuğu olarak geldiğim dünyada; 10-12 ay boyunca bir insanın her iş günü tam mesaiyle çalışmasına rağmen tek kuruş alamamasına ve hiçbir geliri olmayan evin geçinmeye çalışmasına şahit olmuştum. İnsanlar bu durumdan dolayı mutsuz oluyorlardı. Ama parayla mutluluğun birbirinden ayrı şeyler olduklarını söylüyorlardı. Ama bariz bir şekilde para olmadığı için mutsuzlardı. Yok; bu işte bir sıkıntı vardı…

Aklınızdan yukarıda söylediklerime benzer cümleler belki geçmiştir belki geçmemiştir. Yüksek olasılıkla da benzer olaylar yaşamışsınızdır. Ama çocukluğundan beri para sıkıntısıyla haşir neşir biriyseniz, paranın gerçekten önemli bir şey olduğunu henüz yaş bir ağaçken fark ettiyseniz; en iyimser ihtimalle lise çağından beri hem kendi paranızı kazanmak hem de ailenize para bırakmak zorundaydınız. Büyük ihtimalle de taa ilkokul çağınızdayken çıraklık, vs. işlerle para kazanmaya başladınız. Peki ya üniversite?… Gerçekten okumaya gerek var mı?

Bir girişimcinin üniversite okumasının dezavantajları nelerdir?

Eğer liseden sonra üniversite okumaya devam ettiyseniz; aslında bunun sizin için avantajlı olduğu kadar dezavantajlı yönleri de oldu. Dezavantajlarından başlayacak olursak; gerçek anlamda kendi paranızı kazanmanızı biraz geciktirmiş oldunuz. Üniversitede sizin için en iyi çıkar yol çeşitli part time işler veya internetten gerçekleştirebileceğiniz ek gelir imkanlarıydı. Geri ödemeli burs da aldığınızı var sayarsak; yarı aç yarı tok okulu bitirebiliyorsunuz işte..:) Vakıfların verdiği diğer burslar mı?… Burada yapmanız gereken tek şey en güzel yerlerinizle gülmektir arkadaşlar…:) Özel vakıfların verdiği burslar; 100 öğrenciye verilecek bursun en az 75-80 tanesinin vakıfla arası iyi olan veya vakıf mensuplarının yakınları olan öğrencilere not ortalamalarına, çalışkanlıklarına ve becerilerine bakılmaksızın verildiği, geri kalan 20 kişinin de formalite icabı transkriptinde en yüksek not ortalaması bulunandan aşağıya doğru tamamlandığı; temel amacı söz konusu vakfın burs verdiğine dair haber yapmaktan başka bir şey olmayan hibeler bütünüdür. Eğer geniş ve seçkin bir çevreyle büyümediyseniz, herhangi bir siyasi fikre kapılıp da o alanda ilerlemediyseniz vakıflardan size ekmek yoktur. Daha ilk defa burs imkanlarını kovalayacak biriyseniz şimdiden söylüyorum ki benden artı bir sene kazanın; not ortalamanız 3.20 ve üzeri değilse denemeyin bile. Yazının başında bahsettiğim bilinmeyen sulara şimdiden yelken açın. Sizin bizim gibi hiçbir camia tarafından torpilli olarak büyümemiş, hayat şartları tarafından doğduğundan beri girişimci olmaya itelenmiş biri için tek kurtuluş yolu budur.

Vakıf burslarının iç yüzünü nereden mi biliyorum? Çünkü; her düşük gelirli ailenin çocuğu gibi ortaokul ve lise zamanlarında, kurtuluşu ve doğru yolu bulmak gayesiyle birtakım ideolojilere bulaşmış biri olarak; zamanında görüşlerini paylaştığım bir vakfın bursiyerlerini nasıl seçtiğine kendi gözlerimle şahit olmuştum. Sonrasında ise; fakir insanların aslında elinde yeterli güç olmadığı ve güçlü olmak istediği için ideolojilere yöneldiğine ve hayatını onlara adadığına dair düşüncelere kapıldım. Bir süre sonra bunun doğru olduğunu kabul ettim; ama beni güçlü yapacak şeyin siyasi akımlar olmadığını, türü ne olursa olsun siyasi ve ideolojik camiaların sadece kendi elebaşlarına kazandırdıklarını da fark ettim…:)

Üniversite okumaya devam etmenin sizi maruz bırakacağı bir diğer dezavantaj ise iş hayatı tecrübesidir. Liseden mezun olur olmaz çalışmaya başlayan birinin, siz üniversiteden mezun oluncaya kadar kazandığı iş tecrübesi, onu girişimcilik yapmaya, çeşitli iş fikirlerini hayata geçirmeye veya çok az kişinin cesaret edebileceği riskler almaya uygun birisi yapar. Bu tabii söz konusu kişinin karakterine göre de değişir. Liseden mezun olduğundan beri asgari ücretle çalışmakta olan ve bir kez olsun içinde bulunduğu düzenin doğru olup olmadığını sorgulamamış çok insan tanıdım. Ama günümüzde hatırı sayılır derecede lise mezunu milyonerlerin varlığı ve yüksek lisans yapmış üniversite mezunlarının bu adamlardan maaş alıyor olması; söylemek istediklerimi biraz anlatıyordur sanırım…

Üçüncü ve en önemli dezavantaj ise; gelecek yıllarda yaşamanız olası bir bunalımla ilgilidir. Şöyle ki arkadaşlar; üniversiteden yeni mezun olup da buz gibi denize dalar gibi iş hayatına dalan insanlara verilen maaşlar her geçen gün asgari ücrete yaklaşmaktadır.:) Bunun üzerine nitelikli bir eleman olmanıza bakmaksızın sizleri çalıştırdıkları saat sayısı ve sözleşmenizdeki iş tanımı dışında bazı angarya işleri de size kitleme özgürlüğü her geçen gün artmaktadır. Üniversite hayatınızın ikinci yarısında fark edeceksiniz ki; sürekli size verilen direktifleri yaparak, ömrünüzün en verimli ve en üretken yaşlarını o dört duvar arasında geçirerek ve af edersiniz ama yeri geldiğinde dilinizi kirleterek kazanacağınız o parayı; liseden mezun olunca babanızdan biraz borç para alıp iş kursaydınız; 4 senelik hummalı bir çalışma sonucunda kendi kendinize emir vererek de kazanıyor olacaktınız. Bu durumun başlıca sebebi de arz-talep ilişkisinden başka bir şey değildir. İnsanların çocukluklarından beri duydukları “oku kendini kurtar.”, “Bak ben okumadım sürünüyorum.” gibi telkinler yüzünden yüksekokul mezunundan çok üniversite mezunu olur hale gelmiş ve teknisyenden çok mühendis yetiştirmeye başlamış bulunuyoruz. Hayır arkadaşlar; lisans mezunu olan insan nitelikli eleman falan değildir. Patronunuza ters yaparsanız sizin gibi rahat 20 tanesini daha bulur… Günümüzde sizi birazcık, bir gıdım da olsa nitelikli yapacak olan şey yüksek lisans yapmanızdır. Maddi durumunuz müsait değilse bunu da çalışırken yapmak zorundasınız. Dolayısıyla; “nitelikli” eleman olmak için; 22-24 yaşları aranızı da hiç yaşanmamış gibi geçireceksiniz demektir.

Peki neden hala herkesin ağzındadır “Okuyun oğlum, biz okumadık siz okuyun.” klişeleri… Birincisi; bunları söyleyenler genelde bizden bir önceki kuşaktır. Kendi dönemlerindeki kurallarla bu dönemin kurallarını aynı sanırlar ve üniversiteyi okuyan herkesin parayı kıracağını sanırlar. Çünkü 20-30 yıl öncesine kadar gerçekten öyleydi. Üniversite okumak sizin için harika bir şey demekti ve dolgun maaşlarla, yüksek bir saygınlıkla yapacağınız işler hazırdı. Yani okuyan adam gerçekten para kazanıyordu. Girişimci olmanıza gerek yoktu. Sahip olduğunuz bilgiyle de para kazanabiliyordunuz. Aradan geçen yıllar sonucunda bahsettiğim durumlar gerçekleşti ve alelade bir lisans mezunu olmaya başladınız. Haa; şöyle bir avantajınız hala mevcut: 30 yaşınıza yaklaştıkça, başarılı girişimci olmayan lise mezunlarına oranla çok daha fazla kazanmaya başlarsınız. Ama işte o an; orta direğe dahil olmaya başladığınız andır dostlar…:)

Büyük ihtimalle mezun olup işe başlamanızdan birkaç yıl sonra kredi çekip ev alacaksınız; 30’a dayanana kadar aldığınız terfiler ve zamlar bu krediye gidecek. Sonra o da ne?… Birazcık kendinizin toparlamaya başladığınızda (yaş 30 olmuş yolun yarısı geçmiş) karşınıza çıkan ve iyi anlaştığınız ilk kadına/erkeğe aşık oldunuz ve evlendiniz. Araba da aldınız. Alın size artan aile giderleri ve yeni krediler… Her şeye rağmen başarılı bir orta direksiniz ve 40’lara yaklaşırken terfiler almaya devam ediyorsunuz. Aaa; ama 10 yıl içinde en az 2 tane çocuğunuz olmuş bile… Biri günde bilmem kaç liralık bez kirletirken; biri okul masrafları yetmiyormuş gibi basketbola yazılmak istiyor… Daha fazla çocuğunuz varsa kim bilir onlar ne yapıyor…:) Tanıdık bir tablo değil mi? 10-15 yıl öncekine göre iyi paralar kazandığınız; ama önünüze sizi tüm bu parayı başkaları için harcamaya mecbur bırakacak aşamaların dayatıldığı, konforlu hayatınızın tamamen pamuk ipliğine bağlı olduğu bir sınıf… Bu yazıyı okurken sizi kimse görmüyor; kendi kendinize düşünün ve cevaplayın lütfen: Üniversitede hayal ettiğiniz gibi kazandığınız paralar sayesinde kendinizi özgür hissedebiliyor musunuz?..

Şu İş İlgini Çekebilir:  İşyerinde Verimi Artırmak İçin 5 Motivasyon Önerisi

Bir de acı bir gerçek; size oku oku diyen dedeniz, babanız, amcalarınız muhtemelen bu sınıftan insanlarla tanışmadılar. Televizyonda veya haberlerde gördükleri iyi üniversitelerde okumuş, zengin olmuş müdürlerin, CEO’ların; zamanında para kazanmış girişimci babalarının okuttuğu ve sermayesi, planı-programı hazır işin başına geçen adamlar olduklarını bilmiyorlar. Paragrafın başında dediğim gibi; kendi gençliklerinde nasıl okuyan adam parayı kırıyorsa sizin de öyle yapacağınızı sanıyorlar; ömürlerinin son çeyreklerinde onlara da yardım edebileceğinizi ve vefa borcunuzu ödeyebileceğinizi sanıyorlar… Siz de ölene kadar onların ömürleri boyunca aynı perişan hayatı sürmelerine karşı elinizden bir şey gelmemesinin verdiği burukluk ve eziklikle yaşayacaksınız…

Bir girişimcinin üniversite okumasının avantajları nelerdir?

Her şeye rağmen tablo o kadar da karamsar değil tabii… Her ne kadar lisans mezunu olmak bir şey ifade etmiyor olmasına; girdiğiniz sektörde en iyi ihtimalle temiz giyimli, kibar ve tatlı dilli bir köle olmaktan öteye gidemeyecek olmanıza rağmen üniversite okumanızın size sayısız yararı vardır.

Bunlardan en önemlisi; derslere ayırdığınız yeterli vakit dışında yaptığınız işin sizi çok yormayacak, harçlık niyetine para kazandıracak hafif part time iş olmasıdır. Hele ki internette ek gelir fırsatlarını takip eden biriyseniz; bu işin çalışma saatleri ve ortamı da sizin kontrolünüzde olacak. İşte burası; en önemli dönüm noktalarından biridir. Lise mezunu bir girişimci adayına oranla sahip olduğunuz zamanı yönetme ve düşünme özgürlüğü; sizi ya mükemmel ve parlak fikirlere, ya da ömrünüz boyunca kurtulamayacağınız tembelliğe ve boş umutlarla kandırılmış olma hissine götürecektir.

Üniversite okuduğunuz zaman; lise mezunu bir girişimciye göre çok daha farklı tipte insan tanırsınız. Memleketin dört bir yanından okumak için gelen insanlar, hepsinin geldikleri yöreyle bağlantılı olarak anlattıkları hikayeler; bunlar hep ufkunuzu genişletecek olan şeylerdir. Lise mezunu bir girişimcinin böyle geniş bir perspektif elde etme şansı çok daha zayıftır. Aynı 4 yıl içerisinde onun edindiği çevre ve tanıştığı farklı tipte insanların sayısı çok daha kısıtlıdır. Haberlerde gördüğümüz tarzda zengin biri olmadığı sürece de bu dezavantajdan kurtulması zor gözükmektedir.

Bir diğer avantaj ise sahip olduğunuz okuma ve araştırma özgürlüğüdür. Üniversitede yaşanan 4 yıl; başarılı olabileceğiniz iş fikirleri, güzel paralar kazanabileceğiniz ek iş fırsatları için harika bir zaman dilimidir. Kim bilir; ek iş diye başladığınız plan beklenenden çok daha başarılı olur ve mezun olduğunuzda size verecekleri maaşı 3’e katlayarak ana geçim kaynağınız oluverir… Ama değerli dostlar; kusura bakmayın lafımı sakınmayacağım. Sahip olduğu bu vakti saçma salak işlerle geçirip oturduğu yerden ahkam kesen sayısız aptal üniversiteli de tanıdım. Bir önceki başlıkta hayat hikayelerini anlattığım ve orta direk diye tabir ettiğim kesimin %90’ını işte onlar oluşturmaktadır…

Ayrıca; öğrenci olarak geçirdiğiniz zaman dilimi boyunca ulaşım, barınma gibi temel ihtiyaçların o usandırıcı yükünden muaf olacaksınız. Bunlar; bir anda o muaflıktan kurtulduğunuz zaman değerini çok iyi anladığınız avantajlardır arkadaşlar…:D

Az faydalanın veya çok faydalanın; üniversite mutlaka sizi daha açık fikirli ve insanların görüşlerini dinlemeye tahammülü olan biri yapar. Bu da az çabayla iyi paralar kazanabileceğiniz, nokta atışı niteliğindeki iş fikirlerine yakınlaşmanız demektir. Lise mezunu girişimcilerinse yapabilecekleri en iyi şey; insan vücudunun sınırlarını zorlarcasına çalışmaktır. Örneğin; internetten kazanılacak ek gelir fikirlerinden ve bunların ne boyutlara ulaştığından insanlara bahsettiğimde; lise mezunu ve erkenden hayata atılmış olan girişimcilerin “Ya bırak çalışmadan, emek vermeden o kadar para mı kazanılır?” gibi tepkiler verdiklerini gözlemledim. O kadar dakika anlatmaktan sonra freelance çalışmayı oturduğun yerden çalışmadan para kazanmak olarak anlamıştı, üstelemedim… Aynı konuları açtığım üniversitelilerinse büyük bir ilgiyle dinlediklerini; ama bir bismillah deyip başlayamayacak kadar aylak ve insanı çileden çıkartacak kadar tembel olduklarını gördüm.

Öğrencilik zamanımda düşünmeden edemezdim; ben isteğime bağlı olmaksızın bir yandan da çalışmak, para kazanmak ve hatta üzerine birçok ailevi mevzulara sebep olan borçları ödemek zorunda kalırken, onlar bu özgürlüğü, bu tembellik hakkını kendilerinde nasıl buluyorlardı?… Bir insanın son kuruşuna kadar emeğinin karşılığı olarak aldığı paranın nasıl pisi pisine uçup gidebileceğini sonraki yıllarda ikinci defa bizzat görmüştüm. Her şeyini buradan anlatamayacağım bu olay yüzünden ailem bir daha eskisi gibi olamayacak bir psikolojik duruma gelmişti. Senelerce her an, her saniye bunun maddi ve manevi ezikliği altında yaşamıştım; bu durum baştan aşağı her şeyi sorgulamama sebep olmuştu ve yıllar sonrasında artık emindim: Evrende alın terini koruyan, gözeten veya mükafatlandıran birileri yoktu, neler yaptığımızı gören varsa da başka şeylerle uğraşıyordu…

Ama yine de adı kader olsun, başka bir şey olsun; gerçekten bu çelişki kalbimi kıran bir durumdu. Sonradan anladım; bütün o aylaklığı, yüreği pır pır eden gençlik edasını, ilgilendikleri hobileri, kültürel-sanatsal faaliyetleri çok değil; birkaç yıl sonrasında size para kazandırmak için yapıyorlardı…:)

Dolayısıyla arkadaşlar; girişimci bir ruh ile üniversite okumanız, okuduğunuz bölümden kat be kat fazlasıyla size genel kültür kazanmak, farklı çerçevelerden düşünme becerisi yüklemek gibi avantajlar sağlar. Piramitin en altından başlayarak elleriniz kanayarak tırmanmaktansa; çok daha üst katlardan başlamanızı ve bundan sonrasını da ellerinizle değil asansörle tırmanmanızı sağlar…:) Üniversite okuyun; ama okuduğunuz bölümden zengin olmayı umut ederek değil, gözlem yapabilmek için okuyun.

Bir girişimcinin sosyal hayatı nasıldır?

Eğer bahsettiğim tarzda ömrü boyunca hem okuyup, hem part time’dan ve ek gelirden fazlası olacak şekilde çalışıp kendi masraflarınızı karşılamanız hem de üzerine evin giderlerine katkıda bulunmanız gereken bir hayat sürdüyseniz; çocukluğunuzu yaşayamamış ve insan karakterinin o yıllara ait kısmındaki gelişimini sağlıklı bir şekilde tamamlamadınız demektir…:) Çocukluğunuzu yaşayamamanın yarattığı etki gereği kaç yaşında olursanız olun; beyninizde hapsolmuş o çocuğun arada sırada nüksettiğini göreceksiniz. Bünyeniz o eksikliğinizi geri kalan yaşantınıza serpiştirerek gidermeye çalışacak. Başka türlüsünü yapabilmek için de uğraşmayın: İnsan psikolojisi bir film veya şarkı gibi geri sarılıp da tekrar düzenlenebilecek bir şey değildir. Kabul edin; insanların en sorumsuz, en hunharca eğlenebildiği zamanları siz attığınız her adımda üç hamle sonrasını düşünmek zorunda kalarak geçirdiniz. Bundan sonrasında da hiçbir zaman aynı umarsızlıkta, aynı içtenlikte eğlenemeyeceksiniz… Bir süre dış etkenlerden uzaklaşarak kendi içinize kapandığınız zaman fark edeceksiniz: Yaşıtlarınızdan çok daha iyi iş yapıyorsunuz, çok daha beceriklisiniz, insanları çözümleme ve anlama konusunda ezici bir üstünlüğünüze sahipsiniz ama ruhunuz; bu konulara girmeden önce nerede bıraktıysanız, hala orada…

Ama her şey o kadar da içler acısı değil hemen efkarlanmayın…:) Bu saydığım şeyler; sizi başarılı bir girişimci yapan sebeplerin ta kendisi. Öncelikle; sahip olduğunuz eksilerin farkında olmalı ve bu eksilerinizin meydana çıkma ihtimalinin bulunduğu durumlardan kaçınmalısınız. Karşınızdaki insan sizinle aynı şeyleri yaşamadığı halde iyi birisi olabilir ve siz de ona yardımcı olmak istiyor olabilirsiniz. Ama olmaz arkadaşlar, frekanslarınız farklı…:) Siz onun demek istediklerini anlayamayacaksınız, o da bir süre sonra sizi duygusuzlukla, çıkarcılıkla ve paragözlükle suçlayacak. Daha fazla sinirinizi bozmaktan ve bahsettiğim kişilerin aylaklığından, tembelliğinden daha fazla tiksinmenize sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacak.

Dolayısıyla; farklı frekanslardan konuştuğunuz bu insanlar sizin için arada sırada aralarına girip çeşitli işlerinizi gördüğünüz yabancılardan başkası değildir. İlerleyen yıllarda sakın ola çeşitli aldanmacalara kapılıp da aralarına girmeye, onlardan biri olabilmeye ve kendinizi ait hissetmeye çalışmayın. Zaten beceremezsiniz…:D Buna ek olarak; sahip olduğunuz iç güdüleri ve o insanlıktan nasibini almamış analitik zekayı bir kenara bırakmakla kendinizi tamamen savunmasız hale sokmuş olursunuz. Tereddüt etmeyin; bugüne kadar sizi hayatta bırakan tek şey diğer insanlarınkine göre aşırı gelişmiş olan iç güdülerinizle hassas işitme ve koku duyularınızdı, bugünden sonrasında da o olacaktır…:)) Bir yerde durup dinlenmek istediğiniz zaman; “diğer insanların kafasında canlanan mutluluk” diye tabir ettiğim şeyi görmeye başladığınız zaman oradan uzaklaşmak isteyecek, size o garip huzuru hissettiren şeylere doğru tekrardan yelken açacaksınız. Çünkü siz; girişimcilik ruhu iliklerine kadar işlemiş, iflah olmaz bir kuyruk acısı taşıyan aç gözlü ve barbarın tekisiniz…:D Bir an durakladığınız zaman, arkada bıraktığınız o günler geri gelecek gibi hissedersiniz, yapamazsınız….

Yalnız… Yarattıkları sanal dünyada mutlu mesut bir hayat süren o farklı frekanslar dışında; sizinkine benzer hikayeler yaşamış olan, aynı konular üzerine düşünmüş ve aynı hayatta kalma yöntemlerini geliştirmiş olan hemcinslerinize asla yüz çevirmeyin. Çünkü; eğer bir gün kapana kısılırsanız, zor durumda kalırsanız; yardımınıza koşacak ve yaralarınızı saracak olanlar ancak ve ancak onlardır…:) Ne demişler: İt iti ısırmaz…:D

Zaten onlarla yazılı birtakım kurallar çerçevesinde konuşup anlaşmaya da ihtiyaç duymazsınız; ağızdan çıkan söz yeterince etkili bir imza demektir. Çünkü; hepimiz ama bilinçli ama bilinçsiz olarak farkındayız: Daha fazla paranın kazanılmadığı, birinin elinde bulunan bir şeyin elde edilmediği, yeni zaferlerin olmadığı, onlara mutlu mesut olan bir dünya; içinden çıkılmaz bir depresyondan ve Araf’ta yaşama hissinden başka bir şey değildir.

Evet dostlar… Farkındayım sizlere küfrettirecek kadar uzun bir yazı oldu…:D Ama hem bir iş fikirleri sitesine yakışır şekilde girişimci insan karakterini analiz etmek, hem de ağustos sıcağının yarattığı psikolojiyle biraz iç hesaplaşma yapmak ve günah çıkartmak istedim…:) Hepiniz farklı farklı yerlerde; kusursuz birer girişimci olmak üzere zor testlerden geçiyorsunuz. Belki de testleri tamamladınız ve etrafınızı tanımakla uğraşıyorsunuz. Bulunduğunuz aşama ve yaşadığınız hikaye ne olursa olsun; kafanıza eserse iletişime geçin bir rakı içeriz…:)) Her ne kadar kazanmayı, sahip olmayı ve elde etmeyi sevsek de hepimiz farkındayız ki; her şey daha sebebini ve anlamını dahi çözemediğimiz saçma salak bir oyundan ibaret…

Sonradan görmeliğin zirvesinde buluşmak dileğiyle, hoşça kalın…:D

 

 

 

 

 

“Bir girişimcinin anatomisi” üzerine 2 yorum

  1. Harika bir yazı olmuş, Tebrik ederim. Her zaman dediğim gibi ‘Mutlu girişimler mutlu girişimciler’

    Yanıtla
    • Erdem Bey; ilginiz için teşekkür ederiz. İyi dileklerinizle belirttiğiniz gibi; hepimize mutlu girişimler..:)

      Yanıtla

Yorum yapın