İş Hayatında Mücadeleyi Yürütme Sanatı

Babalarımız zamanında çok söylerdi. ”Ne yapacaksın, hayat mücadelesi.” Hayatın, bir mücadele olduğunu biz çocukken bilmeyiz. Çocukken, her şey önce oyun, yemek, çizgi film, uyku ve anne sıcaklığıdır. Biraz büyüdüğümüzde ilk mücadelelerimizi verdiğimiz okul başlar. Yavaş yavaş kişilik oturdukça, ortada olabilecek bir karakter konuldukça mücadelenin de dinamoları yavaştan ateşlenmeye başlar.

TÜYO: İş hayatında mücadele ortamı pekiştirmektense  “yaratıcılık ve üretkenlik ortamının” iyileştirilmesi işletmeler için çok daha faydalı olacaktır. Bunun farkında varan yeni nesil inovatif işletmeler; şimdiden hazırlıklarını yapmaya ve “esnek iş saati, serbest kıyafet, rahat sandalye, işi sevdirecek ödüller” gibi uygulamalar ile çalışanlarına bir işten ziyade yaşam tarzı sunmaya başladılar.

Numaralarımız olur. Bir şeyler öğrenmeye başlarız. Harfleri okumayı, sayıları birbirleriyle toplamayı. Bununla birlikte okul insan ilişkilerinin ilk defa eşit olarak karşılıklı olarak yaşandığı ilk yerdir. Daha sonra çocuklar, büyüyünce ilk mücadelelerini o kahverengi sıralarda verdiklerini hatırlayacaktır.

Biraz daha büyüyünce aşık oluruz bir de. Aşık olduğumuz bir kız da oğlan çocuğu da, ilk mücadelemizi onun için veririz. Onun gözüne girmek için daha fazla parmak kaldırır, sınavlardan daha güzel notlar almaya başlarız.

Sınavlar başlı başına bir mücadeledir artık. Evet ilk öğretimde Çan Eğrisi falan yoktur ama yine de başkaları 3 -4 alırken, biz 5 almak, pek iyilerle donatılmak isteriz. Aslında içinde bulunduğumuz eğitim sistemi, mücadeleyi tetikler her daim. Öğretmenler her zaman çocukları birbirleriyle kıyaslar.

İşte bu noktaya kadar geldiğimizde anlıyoruz ki mücadele için iki temel hamur vardır. Bilgi ve kıyaslama. Ancak bir şeyler bilen insan bir mücadelenin içine girer. Çünkü iradi bir şeydir savaşmak, bir şeyleri sonuna kadar getirmek. Burada artık çocukluktan çıkılır.

Nasıl ki bir atlet silahın ateşlenmesi ile birlikte artık duran değil koşan bir adamdır, insanların diğer insanlarla toplu halde ”bir şeyler öğrenmek ve geleceğini tayin etmek için” bulunduğu okulda, böyle masum ve sevecen isteklerin gölgesinde mücadele etmeye, savaş vermeye başlar.

Daha sonra sınavlar çoğalır. Rekabetler ciddileşir. Her aldığımız yeni yaşta omuzlarımıza yeni bir yük, yeni bir sorumluluk halinde biner. Ama insan sever de bu mücadele biçimlerini. Mazallah Afrika’nın ilkel bir köyünde olsaydık mücadele biçimlerimiz çok daha sert ve keskin olurdu örneğin. Kendini kanıtlamak ve artık büyüdüğünü göstermek için ormanda bin bir türlü hayvanla savaşmak mı dersiniz? Türlü türlü adetlerin kabusunda bizimkiler en azından sosyolojik ve daha çok bedene dayalı zihne dayalı mücadeleler verilir.

Şimdi size mücadele etmeye doğru 5 altın adımla baş başa başlığımızı atıyoruz. Zira mücadele dediğimiz şey her ne kadar geniş bir vizyonda değerlendirilse de belli başlı yöntemleri olan bir değerdir de aynı zamanda.

İki ayrı adalet terazisinde, iki mücadeleci güç. Peki kim kazanacak dersiniz?

Mücadele Ederken Bilmeniz Gereken 5 Altın Kural 

  • Bugün kaybetseniz de yarın siz kazanabilirsiniz: 

Annem, bir oyunda kaybedip suratımı astığımı görünce şöyle demişti: ”Oğlum, oyun bu. Bir gün sen yeneceksin, bir gün o. Hep sen yenersen nasıl oyun olacak o.”

Şu replikte dikkatimi çeken iki nokta var. Bir mücadele ahlakı diye nitelendirebileceğimiz bir hoş görü. Karşı tarafın da kazanmasına mahir olan, bundan gocunmayan ve buna dünyanın en doğal şeyiymiş gibi bakan umman bir bakış açısı. İkincisi ise oyunun, yani mücadelenin haritasını, mantığını ortaya seren bir tespit. Hep senin kazandığın bir şey, belli bir noktadan sonra oyun olmaktan çıkar, senin galip gelme biçimlerini denediğin bir fantezi tahtasına döner.

Dünyada şükredelim ki mücadele etmeye değer bir şey var. İş dünyasında da tek büyük siz olsaydınız, birilerini yenmenin o leziz tadına asla varamazdınız.

 

  • İşiniz onurunuzdur: 

Onur kelimesi burada tam karşılığını bulur. İşiniz onurunuzdur, çünkü eve ekmek götürmenize vasıta olan mücadele sahasıdır o. Herkes dijital bir ormanda, evine, ailesine yemek getirmek, onları sıcak tutmak ve geleceklerinden emin olmak için günün belli saatlerinde kurtlar, çakallar sofrasında cirit atmak zorundadır. Mağara dönemlerinden bu yana değişen bir yok yani. Siz kazansanız da kaybetseniz de mücadele dahilinde işinize ve onun size verdiği onura sahip çıkmayın. Önemli olan ve asıl kazanç, belki de bu onuru duyumsamaktadır ta içte bir yerlerde.

 

Yandan taktikleri alın ve mücadele etmeye devam edin!

  • İnsani olan mücadele etmektir, kabullenmek değil: 

Nurettin Topçu, İsyan Ahlakı adlı kitabında insanın hareket ettikçe, mücadele verdikçe insan olduğunu, kabullenmenin insani açıdan mümkün olmadığını söyler. Yanlış isyan ve mücadele ile cennetten kovulduk. Doğru bir isyan bilinciyle oraya geri dönmeye çalışıyoruz.

O nedenle şükretmek apayrı mesele isyan etmek ayrıdır. Elbette yeri gelince soluduğumuz hava, yediğimiz aş için şükrediyoruz, şükretmeliyiz. Ama o havayı kazanmak, o aşı en namuslu, en onurlu biçimde evimize getirmek, boğazımızdan haramsız getirmek için de mücadele vermeliyiz. Kabullenmek, haksızlıklara, aşırılıklara da boyun eğmek demek olacaktır.

Önemli İşlere Öncelik Verebilme Sanatı belki de öncelik vermeniz gereken şey önce şükretmek, sonra isyan etmeyi bilmektir. Mücadelenin asıl noktası da budur zaten. Elindekiler için şükretmek, başkalarının elindekiler için ise mücadele etmek. Önemli işlere öncelik verebilme sanatı yazımız ise sadece parlak fikirler burada. Keyifli okumalar efendim!

  • Asıl mutluluk, mücadeleyle kazandıklarımızdan sonra gelir. 

İnsanın kolay ulaştıklarını nasıl katlettiğini, ondan mutluluk duymak şöyle dursun kendisinden nasıl nefret edip kendi kaynaklarını sömürdüğünü biliyoruz. Örneğin dünya güzelliklerini insanlık olarak hiçbir mücadele vermeden kazandık. Ancak dünyanın bugün geldiği nokta bu. Ormanların talan edilip her yerin biraz daha para gibi soyut bir şey kazanmak adına nasıl binalarla doldurulduğunu görüyoruz. Demek ki insan için önemli olan temsil, mücadelenin sonunda kazandıklarıdır.

İnsanın psikolojisi de tam bu zemindedir zaten. Şımarabilen bir varlığız nihayetinde. Elimizin altındaki güzellikleri iğfal etmemizin nedeni de bu zaten. Bu kolay, Bu benim. Öyleyse sevilmeye değer değil.

İnsanın bakış açısında önemli olan ulaşılmaz olanlardır. O ulaşılmaz olana giden yolda kilometre yapmak, mücadele vermek ve onu kazanmak! Zaten elinizin altında olan bir şeyi kazanamazsınız. Çünkü eşyanın tabiatına uygun olarak insanın kazanması için bir mücadele sahasında, en az bir rakibi ve kaybetme ihtimali var.

Yoksa öbür türlüsü tek başına Rus ruleti oynamaya benzer. Tabanca boş çıksa da dolu çıksa da siz hiçbir şekilde o oyundan memnun olmazsınız.

Neden Şehirlere Yeni Bina Yerine Yeşillik Gerekiyor? insanlık olarak mücadelerimizden biri de sanayileşmenin, hızlı kapitalizmin ardından bıraktığı yıkımlarla olacaktır. O nedenle sorulacak yegane sorulardan biri neden şehirlere yeni bina yerine yeşillik gerekiyor? Yeşillik gerekiyor çünkü bu biyolojik olarak bize hayat veren bir şey. Ancak yaşamın olduğu yerde mücadele vardır. Onun dışındaki her şey tembelliğe, kabullenişe, koşulsuz onaylamaya yani bir bakıma ölüme mahkumdur.

 

  • Siz bitti demeden bitmez: 

Mücadeleci insanların genel karakteristik özelliklerine bir bakalım. Hepsi sabırlı insanlardır. Bir gün kazanacakları günü sabırla beklerler. İnatçılardır. Ne kadar yumruk yerlerse yesin nakavt olmamak için son güçleriyle kalkarlar. Hırslıdır. Her zaman için bir meseleleri, bir hareket alanları vardır. Güçlüdür. Yedikleri darbeler onları daha güçlendirir. Tutkuludurlar. Hem insan ilişkilerinde hem de işleriyle olan öznel ilişkilerinde tutku ön plandadır. İşlerini bu nedenle severek ve hırsla yaparlar. Sonuç olarak mücadelenin kendisi, insana kaybetse ayrı kazansa ayrı bir olgunluk verir.

Gözünüzü seveyim siz bitti demeden bitmesin. Siz de hiç bitti demeyin. Çünkü hayat, ancak mücadelenin sonunda kaybettiklerimizi anlamak ve kazandıklarımıza mutlu olmakla var.

Yorum yapın