Korku ve risk toplumunda mutlu yaşayabilme sanatı

Korkunun, en eski ve en güçlü duygumuz olduğunu kabul etmekten başka çaremiz yok. Yasaları, kanunları, nizamları, evlerimizi, silahlarımızı, teknolojilerimize dozunda seyreden korkularımıza borçluyuz . Bizim medeniyetimizin temellerindeki ana sütunlardan birisidir bu “korku” duygusu…

Dünyanın en korkak hayvanının kedi ya da sincap olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dünyanın en korkak hayvanı insandır. Çünkü ölümün ve “zarar olasılığının” bilincindedir. Farkındalık ise beraberinde katıksız bir korkuyu getirir. Farkındalık ve bilinç aynı anda hem “kalkınmışlık, teknoloji ve güç” hem de yepyeni “korkular” doğurur.

Her kavramda olduğu gibi korkunun da eleştirilmesi gereken yanları olduğu şüphesizdir.

Elimizden özgürlüğü, umudu, iyimserliği ve en önemlisi ümidi alır dozu aşılmış korku!

Yani bu duygu bizlere bir yerlerden verirken diğer taraftan da külçe külçe alır

——————————

Hani makalemizin başında “yasaların ve kanunların” temeli de korku demiştik ya. İşte bu korku da kötülük veya “farazi kötülük” yani “kötülük olasılığı” olmaksızın ateşlenemez. Yani kanunlarımız kötülük olmadan anlamsız ve salt özgürlüğü kısıtlayıcı kalmaktadır.

Kanunlar bir devletin kodları, dna’sı, rna’sı olduğuna göre devletler de ortada büyük kötülük veya kötülük tehdidi olmaksızın güçlü şekilde var olamazlar.

Hatta öyle ki ünlü düşünür Machiavelli; “bilge bir prens yurttaşlarına her zaman ve talihin her yüzünde kendisine ve devletine muhtaç bırakacak şekilde davranmalıdır. Böylece uzun yıllar ona sadık kalırlar” diyerekten bunu çok güzel özetlemiştir.

Yani devletlerin hareket kabiliyetini arttırıp yurttaşların bireysel özgürlüğünü bile hiçe sayabilecek esneklikte davranabilmesi ancak ortada büyük kötülük veya kötülük tehdidinin bulunması ile mümkündür. Korkan insan medeni haklarından feragat etmeyi kabul edebilir.

Peki kötülük nedir?

Kaos yaratabilecek veya kaos tehlikesi barındıracak olan acı, elem, keder veren eylemdir.

Peki çoğu yurttaşın aynı anda bir eylemi ve o eylemin sahiplerini çok ama çok ama çok tehlikeli ve korkunç olarak atfedebilmesi için gereken şey nedir?

Bunun için. Sıkı bir pazarlama ve kitle psikolojisi üzerinde etkili etkili bir medya tek başına yeterli olacaktır.

Nasıl mı?

Aşağıdaki rakamlara benimle beraber göz atın ve ilizyona şahit olunuz…

Dünya terör yılı olan 2001 yılına ait Kuzey Amerika’daki istatistiki ölüm verilerini yazıyorum.

-Yaklaşık 3000 Kuzey Amerika’lı 2001’de terör kurbanı olmuştur.

-700 000 Kuzey Amerika’lı kalp sorunlarından ölmüştür.

-550 000’i ise kanserden ölmüştür.

-Aynı yılda yani 2001 yılında sarhoş sürücülerin öldürdüğü insan sayısı teröristlerin öldürdüğü insan sayısının 6 katından fazladır.

Amerika’da sıradan ve ortalama insanlara sorarsanız; bir terörist saldırısına duydukları korku araba sürmekten duydukları korkudan misliyde fazla olduğunu rahatlıkla görebileceksiniz. Halbuki bir araba bile çoğu zaman bir teröristten kat be kat daha TEHLİKELİ olabilmektedir 🙂

Peki neden sarhoş sürücülerin medyada kapladığı alan teröristlerin medyada kapladığı alanın 100’de biri kadar bile değil?

Bu sorunun cevabını vermeyeceğim. Zira gerçekten düşünce kapasitesi güçlü olan, esnek ve objektif düşünme kabiliyetine sahip olanlar bunun cevabını kolaylıkla tahmin edebilirler.

Yine de ipucu vereyim: “Yukarıdaki Machiavelli’nin sözünü düşünün

Evet düşünüp vardığınız sonuç bir komplo teorisi değil, çok yüksek ihtimalle gerçeğin ta kendisi….

TÜM DEVLETLER; İŞLEVLİ ŞEKİLDE YÖNETMEK İÇİN MAALESEF İPLERİNİN KENDİLERİNDE OLDUĞU KORKU ARAÇLARINA KAÇINILMAZ OLARAK BİR DERECE İHTİYAÇ DUYARLAR

(ancak keşke hiç uygulamak zorunda kalmasalar ve uygulamasalar)

————————

Devletleri şerefsiz olmakla suçlamıyorum. Hatta bence gerekeni, zaruri olanı, kaçınılmaz olanı yapıyorlar.

Neden biliyor musunuz?

Çünkü biz insanların ezici çoğunluğu gerçeklere ve hakikatlara değil birilerinin pazarladığı ve değer atfettiği metalara itibar ederiz!

Hangi ülkede; medya organı, ekstrem diye nitelendirilebilecek bir “olayın” olmadığı bir atmosferde, “özgürlükler ve demokrasi tehlikede derhal sokağa çıkın” diye bildirim yaptığında halk topyekün bu değerlerin uğruna sokağa çıkmıştır ki?

Gerçekte ekstrem ve sahici anlamda tehlikeli olmasalar bile ilizyonlar, sihir, algı yönetimi, manipulasyonlar, reklamlar, pazarlama yoluylaÇOK ÖNEMLİ, TEHLİKELİ VE KORKUNÇ” diye nitelendirilebileceğimiz bir olgu veya eylemin mevcudiyetinin kabulunden sonra böyle bir çağrı yaparsanız işte o zaman tüm halk demokrasi ve özgürlük için sokağa dökülür!

Yani kitlesel anlamda bir eğitim, bilinçlendirme, aşılama için bile korkunun işlevselliği fevkaladedir ve ETKİLİDİR!

Ancak bu sosyolojik yöntem tavsiye edilmez.

Ancak gelgelim bu yöntemin yan etkilerine

Bu tür “korku ile yönetme” methodununun uygulandığı bir coğrafyada bir süre “ümitsizlik, panik atak, psikolojik sorunlar, intihar eğilimi, depresyon, üzüntü, keder, acı, elem, ızdırap, nihilist eğilimler, radikalleşme” artış gösterir. Dolayısıyla dozaşımı olduğunda toplumsal düzenin bir kaosa uğraması kaçınılmazdır.

Ayrıca korku başkaca korkuları da zincirleme olarak doğurur. Yani insanlar mal ve can güvenliğinden yoksun hissettiğinde ekonomik sistem çökme noktasına gelir. isyanlar, iç savaşlar, karışıklıklar patlak verebilir….

Bu noktada ünlü devlet adamı Franklin D Roosevelt’in şu sözü akıllara gelir: “Korkmamız gereken tek şey, korkunun kendisidir!

——————————-

Korku ile yönetmek siyaset biliminin sıklıkla kaçmak istediği acı gerçekler ihtiva eden, cambazlık gerektiren alanlarından birisidir.

Kısa bir zaman dilimi içinde yüksek korku ile donatılmış insan grupları çok ama çok tehlikelidir. Bu korkunun dozu belirli seviyeye geldiğinde bu insan grupları patlama noktasına gelirler. Kaos veya savaş ansızın cereyan edebilir.

Zira korku özgürlükleri alırken hayallere de balta vurur. Hayal kuramayan insan ise katıksızca şiddet eğilimi sergilemeye meyilli hale gelir…

Dolayısıyla yüksek dozda korku duygusu ile yüklenmiş insan topluluğu bu duyguyu boşaltacak günah keçileri arar. Düşmanları cadı avı ile yok etmek ister. Bir yerden sonra ise bu düşmanları bulamaz hale gelir ise sıra, görünürdeki yöneticileri avlamaya gelir. Bu kalabalık gruplar çok daha acımasız, şiddet eğilimli liderleri başa getirir. Sistem çok daha otoriterleşir, totaliler hale gelir. Bir kısır döngü içerisine girer.

Sonuç olarak yüksek dozda korku çok tehlikelidir ve toplumun esas korkması gereken şeydir.

Amerika’da 2005 Katrina Kasırgasından sonra tüm yerel medya organlarında ve FOX, CNN gibi dev medya organlarında şiddet eğilimlerinin amansız şekilde arttığından, ortada kanun ve nizam diye bir şeyin kalmadığından, suçluların heryerde yağma yapılacak dükkan, ev ve işyeri aradığı, tecavüzün bile artık sıradan hale geldiği gibi asılsız ve ABARTILI haberler yapmıştır. Bunun sonucunda sağlık ekipleri ve ambulanslar kasırga kurbanlarına yardım etmek yerine kaçmayı, beklemeyi yeğlemiştir. Polisler bile saklanmış ve kaçacak delik aramış ve onlarca intihar gerçekleşmiştir. Geciken yardım dolayısıyla kasırga yaralılarından onlarcası bu medya kuruluşlarının asılsız haberleri yüzünden hayatını kaybetmiştir.

—————————-

Korku ve risk toplumunda mutlu olabilmek

Böyle bir toplumda ancak zekiler ve bilinçli olanlar mutlu kalabilir. Onların da yapmaları gereken şey gündemden uzak, istatistikler ile yakın olmalarıdır. Yani pazarlamaya değil hakikatlere odaklanmalarıdır. Hurafelere, batıl inançlara değil bilime itibar etmektir.

Korkunun egemen olduğu ve aşırıya kaçtığı bir toplumda ilerlemeden söz edilemez. Bu ilerlemeyi ise ancak ve ancak umudu korkuya üstün kılmak ile başarabilirsiniz. Umut iyileştiricidir, korku ise yıkıcıdır. Korkuyu asla tamamen yok edemezsiniz. Böyle bir şeyi başarmak demek hiççiliği ve katıksız bir umursamazlığı başarmak demektir. Bu da manevi bir intihardır. İş bu sebeple korku bizim için gereklidir. Zira korku “bir şeylere değer ve anlam yüklememizden” ileri gelir. Hem kontrollü bir şekilde korkuyla yüzleşmiş insan zamanla cesareti öğrenir, korkusuz olur, korkuya karşı bağışıklık sahibi olur. Böylesi bir durum ise toplumun uzun vadede menfaatinedir.

Her alanda liyakatın bozulduğu şu çağda korkuyu yeteri kadar, en uygun şekilde ve orantılı şekilde, dengeli surette hissetmeyi başarırsak mutlu olabiliriz. Aksi halde korkunun gazabı ağır olacaktır. Ayrıca hayallerin gücünden faydalanmak bu iklimde bile sizi mutluluğa eriştirecektir. Hayaller baltalansa bile yerlerine yenileri kesilen sakal misali çok daha güçlü şekilde çıkacaktır.

Ayrıca eğitimsiz, bilinçsiz ve fanatik sürülerin anladığı en iyi dilin aşılanmış ve dayanaksız korku olduğunu bildiğim için onlara verebileceğim bir tavsiye maalesef yok. Onların tek kurtuluş yolu iyi bir eğitim, bilinçli ve esnek düşünme kabiliyeti kazanmalarıdır. Böyle bir şey de en az bir 30-40 sene daha mümkün görünmemektedir.

Bazen doğayı olduğu gibi kabul etmek gerekir. Siz şu güne kadar bir yıldıza “neden bana elini uzatmıyorsun” diye serzenişte bulundunuz mu? Bulunmazsınız tabi çünkü yıldızın ne size uzatacak bir eli ne de yakınlığı vardır…

Yorum yapın