Kovid-19 Salgını Sonrası Üretim ve Tüketim Alışkanlıkları Nasıl Değişecek?

Gündemimiz Kovid – 19 salgını ve onun etkileri olmaya devam ediyor. Uzun zaman boyunca da öyle olacakmış gibi görünüyor. Çin’de başlayıp kısa sürede Avrupa’ya yayılan bu salgında şimdiye kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 15 bini geçti. Toplamda ise 100 binden fazla hastanın iyileştiği belirtiliyor. Türkiye’de ise binden fazla kişiye hastalık teşhisi konuldu ve şimdilik otuz yedi hastamızı kaybettik. Şimdilik diyoruz çünkü her an salgın zirve noktasına ulaşabilir ve en kötü senaryo devreye girebilir.

Hem Kuzey hem de Güney Yarım Kürede durum kritik. Bu salgının çok kısa sürede kontrol altına alacağını düşünen iyimserlerin tahminleri şimdiden bloke oldu. Bloke olan bir diğer şey ise dünyanın var olan sistemlerine güven duyan insan algısıdır. Güvendiğimiz dağlara lapa lapa kar yağıyor ve meteorolojiden aldığımız haberler de iç açıcı değil. Başta üretim ve tüketim alışkanlıkları olmak üzere bu zamana kadar benimsediğimiz ve gündelik hayat içerisinde tatbik ettiğimiz tüm uygulamalar ciddi risk altında. İşsizlik seviyesinin tüm dünyada yüzde yirmilere varacağı öngörülüyor. Şimdiden otel ve benzeri konaklama merkezlerinde işten çıkarmalar had safhaya vardı.

Salgın Sonrası Üretim ve Tüketim Alışkanlıkları

ABD Merkez Bankası önlem amaçlı birçok paketi devreye soktu. Tüketici ve şirketlere 300 milyar dolarlık kredi kullandırılmaya karar verildi. Fed ise bu hafta her gün 75 milyar dolarlık kredi seçenekleri sunmaya başladı. Piyasa biraz olsun rahatlasa da bu önlemlerin her hafta alınması ve sonsuz kredideki paranın piyasaya sokulması beklenemez.

Tüm bunların toplamında ise üretim ve tüketim alışkanlıklarında salgın sonrasını beklemeden şu anda ciddi kopuşlar ve farklılıklar yaşanmaya başladı. Örneğin tüm büyük marketlerde un bulmak imkansız hale geldi. Herkes, dünyanın sonu gelmişcesine ve biraz daha hayatta kalmak adına temel tüketim gıdalarına ağırlık verdi. Stokçuluk dünyada hiç olmadığı kadar zirve yaptı. Bununla birlikte sadece temel gıda ürünlerine değil, kolonya, kağıt havlu, ıslak mendil gibi temizlik malzemelerine olan ilgi de yüzde bin artmış durumda.

Şu anki panik dalgası, salgının sonrasında da devam edecek gibi görünüyor. Lüks tüketim ürünlerine olan ilgi ise aynı oranda azaldı, bitme noktasına geldi. Özetleyecek olursa şu an ‘yaşamanın’ değil ‘hayatta kalmanın’ zamanı. İngiltere ve Yunanistan’da sokağa çıkma yasağının ilan edilmesinden sonra tüm gözler Türkiye’de. Türkiye’de de hasta ve ölüm sayısı arttığı takdirde sokağa çıkma yasağının eli kulağında. Bu ise sadece üretim ve tüketim alışkanlıklarını değil komple sosyal yaşamı değiştirecek ölçüde kuvvetli bir dalganın her an hayatımızda olacağı anlamına geliyor.

Salgın Sonrasında Çalışma Biçimi ve Alışkanlıkları Nasıl Olacak?

Birçok yerde ‘Kapitalizmin Sonu mu’ başlıklı distopik haber başlıkları görüyoruz. Bu gidişle görmeye de devam edeceğiz. Ancak kapitalizmin sonuna eklenecek yeni bir ekonomik plan da yok. Sosyalizm ve diğer ekonomi modelleri için uygun bir atmosfer oluşsa da dünyanın üst akılları asla buna olanak tanımayacaktır. Çalışma biçimlerinde ise ciddi oranda bir değişim söz konusu olabilir. Birçokları çalışma saatlerinin düşürüleceği yönünde ortak görüş bildiriyor. Günde 10 – 12 saate dayalı vardiyalı bir sisteme sahip olan çalışma sistemleri tamamen rafa kaldırılabilir. Bunun yerine 5 -6 saatlik çalışma periyotları devreye sokulabilir. Zira bu virüsün tamamen ortadan kalkması gibi bir ihtimal ufukta görünmüyor. İnsanların sürekli bir arada çalıştığı ortamlar ise pandemi riskini sürekli olarak gündemde tutacaktır.

Üretim ve tüketim alışkanlıklarının tamamen değişmesi çalışma alışkanlıklarını da değiştirecek. Bu ise sosyal düzenin tamamen ters yüz edilmesi anlamına geliyor. İşin bir de psikolojik boyutu var. İnsanların çoğunluğunda bu salgın kronik izler bırakacak. Tekrar gelecek mi, yeniden salgın başlayacak mı soruları aklımızın bir köşesinde kalacak. İş çıkışı arkadaşlarla bir kahve içme fikri, artık güzel bir öneri değil riskli bir tehlikeye davet modeli oluşturuyor. Bu tür küçük ayrıntılardaki büyük değişimler bile dünyanın ve iş yaşamının manzarasını komple değiştirecek.

Salgın ile Birlikte Şehir Merkezlerinin Esasında İşlevsiz Olduğu Anlaşıldı mı?

İstanbul, Ankara, İzmir… Ya da dünya başkentleri… Milano, Paris, Madrid… Her biri göz kamaştırıcı meydanları, vızır vızır işleyen caddeleri ve turistik merkezleri ile birlikte dünyanın göz bebeği konumunda idi. Ya şimdi? Şimdi artık kovid – 19 salgınının adeta yayılma üssü olarak kendine yer bulduğu tehlike merkezleri haline geldi. Şehir merkezlerimizin işlevselliği sadece ‘normal’ zamanlara ait bir gerçeklikti. Söz konusu ticaret ise, turizm ve alışveriş ise bu merkezler bizi sonsuza kadar hayatta tutabilirdi. Ama hazırlıksız yakalanmak, birtakım aç gözlülük türlerinin ve dünyaya sıkı sıkı bağlanmanın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Kapitalizmin gündeminde hiçbir zaman ölüm yoktur. Daha fazla satın almak, daha fazla eğlenmek vardır.

Hal böyle olunca hazırsızlık yakalanmak, devletlerin sakarlığı değil bile bile lades deme biçimleri oldu. Evet, kimse böyle bir şey beklemiyordu ama tarihe baktığımızda bu tür salgınların binlerce kişiyi nasıl bir anda yok ettiğini görmemiz gerekirdi. Bazı salgınlar ise milyonlarca kişinin evsiz korunaksız kalmasına neden olmuştu. Ülkelerin şehir merkezlerinin tamamen işlevsiz ve korunaksız olduğunu görmemiz ise bize kesilen en acı faturalardan biri oldu.

Merkezcilik Devam Edecek mi?

Tıpkı insanlar gibi devletler ve ülkeler de unutkandır. Eğer bu salgının aşısı ya da ilacı bulunur ortalık bir an olsun süt limana devam ederse salgın öncesi merkezcilik kaldığı yerden devam edebilir. Tüm bunları söylemek, ortaya koymak için oldukça erken. Eğer akıllıca davranırsak merkezcilik terk edilir ve çok daha yaşanılabilir bir ekonomik modeli devreye sokulur.

Kovid – 19 Sosyal Devlet Olgusunu Nasıl Güçlendirecek?

Bir devletin en önemli görevi vatandaşlarının refah içinde yaşamasını sağlamaktır. Salgın sonrası ise artık devletin asli görevi önüne herhangi bir sıfat eklenmeden ”yaşatmak” olacak. Sosyal devlet olgusu şimdi bile hiç olmadığı kadar güçlü bir konuma yükseldi. Bunun daimi olması içinse hem devlete hem de vatandaşlara büyük işler düşüyor. Devletin arz etmediği noktalarda yurttaşlar talep edecek ve yeni bir sosyal devlet anlayışı ile ülkeler çok daha yaşanılabilir bir noktaya taşınacak.

Yorum yapın