Neden Edebi Konular Artık Rağbet Görmeyen ”Çöp” Kategorisinde?

Sanat sanat için. Çünkü etrafta kimse yoktu.

Rus roman yazarı Vladimir Nabokov’a ait bu sözler çağın en çarpıcı gerçeklerinden birini suratımıza vuruyor. Tabi hala yüzünü edebiyata ve bilumum sanat eserlerine çevirmiş olanlarını suratına. Fukayama ”Tarihin sonunu” ilan ederken, aynı zamanda edebiyatın, müziğin, sanatsal beğenilerin sonununa da ilan etmiş miydi? İnsanların merakları postmodern bir kazan içerisinde eritildi. Uzak ya da yakın geçmişe yönelmeyen merak duygusu, sadece şimdinin ve 24 saatlik kısa geleceklerin içerisinde. “Akşama ne yiyeceğiz” merakı veyahut “akşam kimin maçı” merakı var.

Sanat zanaate dönüşeli çok oldu. Nabokov’a kulak verecek olursa bu gerçeklik sadece Türkiye ile sınırlı değil. Köklü bir edebiyat geleneğinin bulunduğu Rusya’da, ülkenin en önemli yazarlarından biri böyle bir kelam ediyorsa durup düşünmek gerekiyor. Ama ”durup düşünmek?” deyimi de yersiz oldu burada. Zira çağımız insanı durmak değil hareket etmek, ileriye, belirsiz geleceğe ilerlemek istiyor. Düşünmek? Ona da hayır. Eğlenmek, ağız dolusu gülmek, ”takılmak” varken düşünmek de neyin nesi?

Belli başlı sırlar, daha doğrusu sır sanılan kapalı ve örtük ifadeler, günlük hayatın konuşma dilinde ve kalıplarında bariz bir şekilde kendini belli ediyor esasında. Eskiden seri bir şekilde saçmalayan zatlara ”laga luga yapma” denirdi. Bu kaba olduğu var sayılan ifade ”edebiyat yapma” ifadesinin yanında ne kadar da rakik ve ince kalıyormuş meğer! Sadece edebiyat mı? ”Felsefe yapma” diyerek kökeni Antik Yunan’a dayanan düşünme yöntemini bir kaşık suda (iki kelimelik konuşma dilinde) boğanlar da var. Ki tam da bu noktada felsefe kelimesinin sözlük anlamının ”hikmet sevgi ve bilgi aşkı” olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yeterli mi? Hayır. Bir de ”caz yapma” var. Bu deyişle de müziği, kulakların pasını silen, bir zamanlar ruhun gıdasıdır deyip övmek suretiyle göklere çıkardığımız ve göklerde unutup yeryüzünde yerini gürültülere, kakafan seslere bıraktığımız…

Artık caz yapmıyoruz evet. Pop yapıyoruz. Popülerleşmek için sosyal medya hesaplarında 20 ismin etrafında döndürüyoruz edebiyatı. Türk edebiyatını değil dünya edebiyatını 15- 20 isimle sınırlandırıyoruz. Herkesten farklı görünmek için herkesin okuduğu kitapları okuyor, ”çok konuşulan” olmak için ”çok satan” kitaplara rağbet ediyoruz. Birinin elinde kitap gördüğümüz zaman ”O kimin kitabı” diye sormamız bile sevecen, iyi niyetli bir merak değil. Çünkü sorunun özü ”kim yazdı o kitabı” minvalinde değil ”kimin o kitap, kime ait, tanıdık mı?” minvalinde.

Daha cahil olanları ise ”kitap kaç para” diye soruyor, etiketine bakıyor. Biraz daha cahil olanları ”kitabın kapağı güzelmiş” diyerek yaklaşık 20 saniye süren incelemesini nihayete erdirip kitabı sahibine teslim ediyor. En en en cahil olanları ise kitabı çıkan kişilere usulden bir hayırlı olsun dedikten sonra ”eee kitabı kaç para satıyorsunuz?” – ”Kaç para kazanıyorsun bir kitaptan” gibi ”kapital edebiyata” yelken açan sorular yöneltiyor. Hiç para kazanmadığını öğrenince başını iki yana sallayıp ”ee o zaman neden çıkartıyorsun” türünde cümleler yumurtluyor.

Edebiyat ölmedi kalbimizde yaşıyor. Çöpe atılmadı ama bir çöpten farksız olarak belleğimizin en dibinde bulunuyor.

Edebiyat Ebediyete Kadar Sustu Mu? 

Postmodern tanımı sadece edebiyatı tanımlamak için kullanılan bir tabir değil. Aynı zamanda içinde yaşadığımız toplumu ve çağı da tanımlayan bir tabir. Modernitenin getirdiği hafızasızlık, carpe diem söyleminin ne kadar zararlı ve sistem yanlısı bir söylem olduğunu bize gösterdi. Postmodern ise anı yaşa söylemini adeta bir doktrin haline getirdi. Buna kısaca ”komik videolar çağı” diyebiliriz. Herhangi bir arkadaşınıza süresi 1 dakikadan uzun bir video izlettirmeye çalıştığınızı düşünün. Çalıştığınızı diyorum zira yarım dakikadan uzun olan videolar artık sıkıcı addediliyor. ”Eeee hadi , ne zaman komik bir şey olacak?” sorusu eli kulağında bekliyor. Önceden ciltlerce yazılan Savaş ve Barışlar, Suç ve Cezalar yerini bir dakikadan az sürmesi zorunlu olan komik videolara bıraktı.

İnsanların bu yöndeki tahammülsüzlükleri tamamen şımartılmış öz benliklerinden kaynaklanıyor. Reklamlar tarafından vurgulanıp duran ”siz en iyisine layıksınız”  söylemi, yaşam koçlarının kişisel gelişim kitaplarında (normalde bu eserlere risale bile denmemeli, belki broşür?) ”siz eşsiniz, siz muhteşemsiniz, içinizdeki bıdı bıdıyı keşfedin” türündeki ezbere, beylik lafları. İnsanın kendini ”bir şey” sanması, şeyleşmesinin, insanlığından sıyrılıp bir eşya, bir cisim mertebesine dönüştürülmesiyle eş anlamlı artık. Ve bu ‘şeyin‘ sürekli eğlenmesi, şaşırması, gülmesi, kahkaha atması gerek.

Edebiyat ebediyete kadar sustu. Bir yandan dönecek köşe arayanlar, bir yanda hazzın sonsuz kısır döngüsünde anını güzel bir şekilde değerlendirmek isteyenler, bir yandan sosyal medya hesaplarını birilerine hakaret etmek ve kendine tapınmak için kullananlar, bir yanda televizyon kuşları, bir yanda oyun bağımlıları, bir yanda okuduğu son kitap Cin Ali Tatilde olanlar. Peki ya çözüm? Çözüm yok. Çözümün dili de edebiyat ile birlikte susturuldu.

Arabesk Edebiyat Mı Popüler Kültür Mü? 

Toplum edebiyatı aldı ve günlük yaşamın klişesine daldırdı. Daldırıp çıkarıyor, daldırıp çıkarıyor, elinde tuttuğu şeyin hep aynı olduğunu unutup her çıkarışında farklı bir şeyle karşılaşacağını umarak, ya da daha fenası zannederek. ”Edebiyat yapma” uyarısından ”edebiyat parçalama” seviyesine ulaştık. Parça pinçik edilmiş edebiyat, kof ve arabesk bir zırıltı olarak günlük diyaloglara, mesajlara, yazılan şiirlere sıçradı. Evet, şiir. Artık bir mermer parçası bile günümüzde yazılan şiirlerle karşılaştırıldığında edebiyatla daha ilgili. Herkes kelimelerin yerlerini değiştirerek ciğeri sızlayan, kalbi parçalanan, yüreği sızlayan haykırışlar fırlatıyor karşısındaki kadına, erkeğe. Parasını veren kitabını bastırıyor, sosyal medya hesabında bin küsur takipçisi olan en cool yazar havalarına giriyor. Ondan sonra gelsin daktiloyla fotoğraf çektirmeler, gitsin eş dost akrabaların dolaştığı ve bir düğünden daha fazla entelektüel olmayan imza günleri.

Hiciv yok, toplumsal eleştiri yok, analiz yok. Bir kelime oyunu, bir söz sanatı yok. Divan edebiyatında kat ettiğimiz yol, milenyum çağında ziftle kaplandı. Edebiyat zabıtaları bu yoldan gidemezsiniz deyip bizi durdurdu. Neden diye sorduğumuzda bugün o yolda ”edebiyat çalışmaları” var dendi.

Edebiyatın yapılıp parçalandığı bir yerde yapılan ve parçalanan aynı şey olduğu için günün sonunda, ömrün sonunda, çağın sonunda hepsi aynı çöp kutusuna gidiyor.

Post-modern çağ bize Pop – Arabesk bir kültür hediye etti. Arabesk, taklit duyguların uzantısı haline gelirken, Pop, evrenselliğin emperyalizme kaydığı küresel bir çiftliğe dönüştürdü yaşam alanlarımızı.

Edebiyat ebediyete kadar susturuldu.

Edebiyat ölmedi, artık kalbimizde de yaşamıyor.

Yorum yapın