Merhaba arkadaşlar. Ben bazarov295. Sayın “parlakfikirler”in belirttiği üzere gerçekleşen bölüşme olayı sonrası son yazımı yazmak üzere buradayım. Neden farklı bir kullanıcı adıyla yazıyorum? Çünkü artık bu sitenin admini olacak olan manyak; geçen gün geçirdiği bir manik depresif kriz sırasında benim üyeliğimi silmiş. Lan oğlum niye böyle şeyler yapıyorsun lan?.. Sevgilinden ayrıldın da Face’ini telefonunu mu siliyorsun amk?:D Neyse, sanki biz çok normaliz de…
Bu yazımda güçleri bölüşmenin bazı kısımlarıyla beraber; sermayesi olmayıp da kendi işini yapmak isteyenlerin izleyebileceği birkaç yoldan bahsederek vedamı yapacağım. Ayrışma olayından da adminin yazılı iletişimi daha iyi olduğu ve siz takipçilere ortaklıklar konusunda fikir edinmeniz için bahsediyorum.
Yakın zamanda yapılmış olan tarihi bir keşif vardı bilir misiniz? Hunlar hakkında araştırma yapmak ve zayıf yönlerini saptamak için görevlendirilen Çinli general Ho-Tsun’un prensine yazdığı bir mektuptur bu keşif.
Askerleriyle beraberken Hunların bir anda yaptığı baskın sonrasında prensine şu raporu yazmıştır:
“Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış aç kurtlar ve amansız bir Sayan Dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da düştüğünde toprağa, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını içimize. Prensim soruyorsunuz “Nasıl durdurabiliriz?.” diye.
EFENDİM ONLAR(HUNLAR), DURDURULAMAZLAR…”
Nasıl? Titrediniz değil mi?..:D
Yukarıdaki örnekte; binlerce yıllık hanedanları, güçlü surları, köklü gelenekleri bulunan Çinlilerin; yuvalarından, güçlü duvarlarından biraz olsun uzaklaşınca göçebe, barbar, pislik Hunlar karşısında nasıl savunmasız ve çaresiz bir durumda kaldıklarını görüyoruz arkadaşlar. Hunlar mı? Onlara özenerek duvarlarla, surlarla kendilerini savunma yolunu seçmedikleri sürece mutlaka bir şekilde hayatta kalıyorlar.:)
Peki bunları size neden anlattım? Tabii ki ilkokuldan beri dinlediğimiz olayları anlatıp milli duygularınızı körüklemekten çok farklı amaçlarım var. Hem de işle hayatıyla ilgili.
Eğer sermayeniz veya direkt olarak başına geçebileceğiniz kurulmuş bir iş yoksa maaşınızla paşa paşa çalışmak zorundasınız değil mi? Biraz şansınız varsa 2000 TL ve üzeri bir maaşla işe başlarsınız. 40-45 yaşlarınızda tamamen size ait olabilecek bir ev temin edebileceğiniz standart kariyer hayatı sürersiniz. Yeni bir yapı yaratacak ruhunuz ve vizyonunuz olsa dahi; çaresizce kurulmuş olan bir yapının kalifiye parçası olursunuz.
Peki bunları değiştirmenin bir yolu yok mudur dostlarım? İçinde bulunduğunuz hayat şartlarını, elinizdeki kartları unutun. Siz onları doğru bir stratejiyle geliştirmedikçe aynen kalacaklar. Peki ne olacak siz söyleyin kardeşlerim? Gerçekten de bizim soyumuz, başkalarının soyuna hizmet etmek için mi yaratıldı? Bunu değiştiremeyecek miyiz? Gerçekten de bunları kabul edecek kadar cesaretsiz misiniz?
Eğer siz de bu konuda yeterince hassas iseniz ve yaptıklarınızda süreklilik sağlayacak istikrarda iseniz; sizlere hem içinde bulunduğunuz çağın ihtiyaçlarını, zorunluluklarını yerine getirip; hem de tavanlara, ofislere, plazalara sığmayan ruhunuzu dinleyerek nasıl göçebe olabileceğinizi anlatacağım. Prensin çekinmeden öne sürerek ilk feda edeceği Çinli asker olmaktansa; herkesin beraber savaşacağı bir kardeşlik yaratmanız için ihtiyacınız olan tüm savaş taktiklerini, gizli öğretilerini, biniciliği, okçuluğu, kılık değiştirme, dövüş ve bıçak fırlatma tekniklerini öğreteceğim.:D
Aslında elimizde bulunanları bölüşmeye karar vermemizin temelinde bu durum yatmaktaydı. Yani; özgürlük, kendi işinizi kurmak, amaçlarınıza yönelik işler yapmak gibi ortak unsurlar bulunduğu zaman çok iyi müttefikler olursunuz. Ama asıl sorun; bu ortak amaçlarınızı elde ettikten sonra ne yapacağınızdı. Biri kale inşa ederek, buradaki savunma hatlarını ve surlarını güçlendirmek ve böyle gelişmek isteyen; diğeri de sürekli hareket halinde olup, hızlı ve ani hamle kabiliyetini savunma olarak kullanan ve göçebe kalmak isteyen iki kişinin; izlenmesi gerektiğini düşündüğü stratejiler konusunda ayrı düşmesi kaçınılmazdı.:) Yani ortada “parlakfikirler”ciğimin belirttiği gibi üzülmelik, hüzünlük bir durum yok. Eninde sonunda gerçekleşeceğini bildiğimiz bir şeyi uygulamaya koyduk, o kadar.
Nedir bu göçebe olmak? Ne anlatmak istiyorum?
“Göçebe” tabirini kullanırken sizlere E-5 kenarındaki çimlerde otağ kurmaktan veya zabıta gördüm mü 2 saniye içinde tezgahı toplayıp kaçabilen şemsiye satıcılarından bahsetmiyorum dostlar… Buna ek olarak; kesinlikle çalışmadan kazanmaktan bahsetmiyorum. Bakın tekrar söylüyorum: “ÇALIŞMADAN KAZANMAK GİBİ BİR ŞEYDEN BAHSETMİYORUM.”
Hep aşağıladığımız illegal işlerle uğraşan insanlar bile kendilerince çalışırlar..:) Miras kalan bir evin kirası, yüklü bir paranın faiz getirisi gibi ihtimaller dışında size çalışmadan aylık gelir sağlayacak bir şey biliyorsanız söyleyin; bütün emek verdiğim, kafa yorduğum şeyleri bırakırım.
Göçebe olmanın farzları 5 tanedir:
1)Maaşlı bir işte çalışmamak (öğrencilik dönemindeki part-time işler hariç)
2)Kendi işinizi kurmak
3)Bu işinizi dört duvarlı bir dükkana ve mesai saatlerine bağlı olmaksızın yapabilmek
4)Kurduğunuz işin seyahat etmenize ve gezip görmenize engel olmaması, hatta mümkünse teşvik etmesi.
5)Günümüzün Çinli kaleleri ve surları olan bilmem kaç ülkede ofis açma, bilmem kaç çalışan barındırma, kurumsallık gibi göstermelik aldatmacalardan uzak durmak.
Aklınıza gelen şeyler aşağı yukarı aynıdır. Bütün bu şartları yerine getirebilmeniz için en uygun mecra genel hatlarıyla aşikardır: İnternet… Blog, web sitesi, e-ticaret, vs. vs… İnternete bulaşmadan yapabileceğiniz şeyler de mutlaka vardır ama %1’i geçmez bile. En güzeli de; gezme olayını beş parasız, otostopla gezen hippi gibi değil; canınızın istediği her yere girip çıkabilmenizi sağlayacak işlerdir bunlar.
Yani arkadaşlar; elinde varı yoğu olmayan, umuttan ve cesaretten başka bir kozu olmayıp “Ne kaybedebiliriz ki?” diye düşünerek bir alamete binip gidenler için Coğrafi Keşifler sonrasında Amerika, Güney Afrika ve diğer yeni kıtalar ne ise; 21. yüzyılda da internet odur.:) Tek fark; burada topraklarını gasp etmek zorunda kalacağınız yerliler yok.:D
İnternet yapılan işler e-ticaret, freelance, blog yazarlığı gibi isimlerle anılsa da; meşgul olduğum işler dışında uğraştığım hobiler, yaşamak istediğim hayat sebebiyle ben bunu “göçebelik” olarak adlandıracağım. Bu isim daha bir gurur verici.:) Övünmek gibi de olmasın Kafkas kökenliyimdir. Bakmayın İstanbul’un gettolarında hapsolduğuma; dedemden öncesinde dağların bağrından kopmuş bir geçmişten geliyorum.:D
Neden göçebe olmayı seçiyorum?
Evet; her saniyesinde iş, tutku, eğlence deneyim, vs. bilimum unsuru aynı anda yaşayacağınız hayata hoş geldiniz..:) Ama aslında itiraf etmek gerekirse bu eğlence ve her şeyi oyunlaştırma düşkünlüğü geçmişte beni hem kurtaran, hem de aşağı çeken şeydi.:D
Hayatımda şimdiye her alanda karşılaştığım sorunların çoğu yavaş yavaş bitiyor. Ama günümüzün moda olan, rağbet edilen şeylerine o kadar çok yabancılaştım; bir insanın aklında hiçbir sorun olmadan “yuvarlanıp gidiyoruz işte” modunda takılabilmesinden o kadar uzaklaştım ki, bu sorunsuzluk sinirimi bozmaya başladı…:)
Evet; yaşıtlarımın en az yarısından kat be kat daha fazla çalıştım, çaba verdim. Bu konuda mütevazılık yapacak değilim. Ama geçtiğimiz 1-2 senelik zaman dilimi içerisinde fark ettim ki; bunları halihazırda yola devam etmekte olan bir kervana katılmak, kabul edilmek için yapmadım. Elime güç geçmeye başlamışken bunu doğru bir şekilde kullanmalıydım.
İlkokulda babamın çalıştığı yere bazı yazlar biraz biraz çalışmaya gitmemi saymazsak; lise 2’de bu göçebe kariyerim başladı.:) Lise 2’nin sonlarına doğru evimizin yakınlarında bulunan bir halıcı dükkanında çalışmaya başlamıştım. Okulun son birkaç ayında 9-15 okuldaydım, çıkınca işe gidiyor saat 20-20:30 gibi çıkıyorduk. Okul bitince o yaz temelli orada çalışmıştım. Halıları indir kaldır, arabaya taşı, müşterilerle ilgilen, dükkan önünü temiz tut, sipariş edilmiş halıları sırtlanıp götür, vs. vs. Şimdiye kadar gördüğüm çalışanını en fazla koruyan patronlardan biriydi. Oralara gittiğim zaman mutlaka yanına uğrarım. Lise 3’ün bitimine doğru da alt mahallemizde bulunan bakkalda çalışmaya başlamıştım. Bakkallığı bilirsiniz.:) Ona ek olarak su hizmetimiz de vardı. Patronları damacanaları sırayla sırtlanıp götürüyorduk. Bana hep asansörsüz apartmanların 5. 6. katlarından sipariş geliyordu. Yok; ne kadar boy abdesti alsam da olmuyordu.:D Oradaki patronum sağ olsun şeytan tüyüne sahip hovarda biriydi. Sanırım bu bakkalların ortak özelliği…:D Hal böyle olunca gayet güzel iş yapan dükkanı da borca sokmayı başarmıştı. Kışın memleketine dönmek istediği için, ben de dükkanın iş yaptığını bildiğim için konuyu aileme açtım ve borçları üzerimize almak yöntemiyle dükkanı devraldık. İlk birkaç ay karına pek dokunmadık ve borçlar eridi. Lise son dönemi boyunca abimle ve yer yer annemle beraber bakkalı işlettik. Benim vardiyam 9-15 okul, 16-22/23 dükkan şeklindeydi. Dükkanda akşam işler hafifledikten sonra 1-2 saat test çözüyordum. 23’e doğru kapatıp eve çıkıyordum. Tek şubeli bir dershaneye %100 burslu olarak hafta sonları gidiyordum. Sonra üniversite sınavına girdik ve şu anki bölümüme başladım. Aramızda ama bakkaldayken parası olduğu halde veresiye borcunu ödemeyen birini dükkana kilitleyip ödeyene kadar bırakmamışlığım vardır.:D Ben liseyi bitirince bakkalı da devrettik. Şu anda orada UCZ var.:)
Bu gidişat dışında okul döneminde de bir şekilde para kazanıyordum. Orijinal yabancı dil kitapları almak istemeyenlere çeşitli kitapçılardan korsanlarını temin etmek, okula hibe olarak gelen test kitaplarını gizlice zulalayıp eski kitapçılara satmak, o zamanlar mensup olduğum siyasi derneğin dergilerini dönemin başkanıyla beraber çevre esnafına satmak ve satışlardan pay almak (evet yancılık:D), okulda 1 lira var mı diye sinyal çekmek, az sigara içenlere kaçak sigaralardan dal satmak (işin sırrı 1.sınıfları başlatmakta) gibi ek gelirlerim de vardı. Ama bunları CV’nize yazamıyorsunuz tabii. Zaten evden en fazla haftada 20 lira alabilirdim. Gerisini bir şekilde ben tamamlamak zorundaydım.
Bütün bunlar sürüp giderken evdeki kavgalar bitmiyordu. İlkokuldan beri devam eden; borçlar, harçlar, kaybedilen paralar yüzünden meydana gelen bağrışmalar, sinir krizleri, havada uçuşan sandalyeler, ayakkabılar… Zaten ondan öncesinde de aralıklar halinde toplam 2 sene kadar babamın yaz-kış her gün işe giderek tek bir kuruş maaş alamamasına, gayet de iş olmasına rağmen o…spu evladı patronların bütün paraları nasıl ceplerine attığını görmüştüm. Boşta kaldığım zaman hala bazen 5 dk. önce olmuş gibi capcanlı bir şekilde gözümün önüne gelirler. Bir şeylerle uğraşırım, olmadı dayarım Bomontileri.. (Üzgünüm adminciğim, o bitki çayların bana yaramıyor)
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Kaybedilen para; bir işçinin 20-25 yıl boyunca verdiği emek karşılığında aldığı emekli tazminatı idi. Sabredenlerle beraber olan da yok, helal kazancı koruyan da. Paranızı en iyi koruyabilecek olan sizdiniz. Emekli tazminatının uçup gitmesine sebep olan şey benim alakam olmayan bir girişimdi. Tam olarak olmasa da kısmen dolandırıcılık denilebilecek bir durumdu, yenilen haklar da cabası… İnsanlar neden böyleydi? Biraz az kazandığınız zaman, herkese adam akıllı hakkını dağıttığınız zaman ölüyor muydunuz? O zaman bizim defalarca ölmemiz gerekmez miydi? Evet; dışarısı bu tarz insanlarla doluydu, ben de dikkatli olmalıydım… (Üzerinden o kadar zaman geçti; hala emeğimin üzerine konma belirtisi gördüğüm zaman, beni soğukkanlı bir katile dönüştürebilecek, öldürmekten zevk almamı sağlayabilecek o yönümün hafiften kıpırdaştığı hissederim.)
Aklıma takılan bir durum da şuydu: Çok daha iyi durumlarda olan, kıçında pireler uçuşan insanlar en ufak bir terslikte pes edip, etrafa çemkirebiliyorlardı .Ama biz veya bizimkine benzer durumda olanlar çok sakindi. Anormal derecede sakin, kaderci ve tevekkülcü…. Bir karar vermiştim: Benzer durumda olan insanlar sorgusuz sualsiz korunmalıydı. Ben de elimden geldiğince öyle yapacaktım. Ama asla işini kadere, tevekküle bırakan; Allah’a havale eden biri olmayacaktım.
Bütün bunlardan sonra benimle özellikle benimle aynı yaş grubundan olanlara vereceğim bir tavsiye var: Üniversite okumadan hayata atılan birçok arkadaşımın ve etrafımdaki kişilerin söz, nişan, hatta evlilik gibi olaylara girdiğini görüyorum. Maddi durumunuz belli bir seviyenin üzerinde değilse sakın teşebbüs etmeyin, kaçarak uzaklaşın.:) Bir de düğün, vs. yapmak için bir ton borca giriyorsunuz ya, işte o beni benden alıyor. Her türlü teminatını veriyorum mutsuz olursunuz arkadaşlar, ciddiyim… Daha da güzeli; demagojilerden, anlamsız prosedürlerden sıyrılarak her şeyi gerçekçi ve bilimsel temelde görebilen, yakıp yıkmaktan zevk alabilecek kadar insanlıktan nasibini almamış çocuklarınız olur.:D Şu an yaşadığınız o sarhoşluk, birbirinizden hevesinizi aldıktan sonra geçecek bir peri masalından başka şey değil. Lütfen kızmayın. Ben sizi hiç görmedim, siz beni; size yararlı olabilecek öneriler sunuyorum. Şahsen ilerleyen yıllarda böyle bir planım olursa son derece politik veya en sağlıklı yavruların doğacağı bir evlilik yapacak kadar Darwinist bir durumdayım.:D
Gelelim üniversiteye… Bir senelik hazırlık eğitimini yarı dönemde tamamladım. (I speak English) İkinci dönem irregular olarak okumaya devam etsem mi dedim ama yine az önce uzun uzun anlattığım mevzular patlak vermeye başladı. Sinirlenmedim, üzülmedim, bunlar bir şeye yaramayacaktı. Acilen işe girmem lazımdı. Bu sefer de üst mahalledeki bir tesisatçıda iş buldum. Sol elimde alet çantası, sağ omzumda hilti o ev senin bu ev benim tesisatlara gidiyorduk.:) Bana her şeyin başı besmele diye nasihat verdikten sonra yerdeki molozu ana avrat dümdüz giderek sırtlanan bir ustam vardı. Lise zamanından beri devam eden bir yönüm olarak; farklı yerleri, yöreleri, ortamları, kültürleri görmeyi seviyordum. Bir belgesel izlermiş gibi farklı meslekten, yaştan insanları incelemek hoşuma giderdi. Tesisatçılıkta da bunu kısmen yapabiliyordum.:) Zengin, fakir, genç, yaşlı, emekli, çalışan, mühendis, memur, farklı farklı kişilerle muhabbet ediyordum, onları ev ortamında inceleme fırsatım oluyordu.:)) Şimdilik elimizden bu kadar geliyordu ama iş eğlenceliydi. Lise zamanında paranın daha azını versem de, şimdi önemli bir kısmını veriyordum. Verdiğim zaman şu kavgalar, gürültüler, moral bozukluğu geçse gam yemeyecektim de, ona da yetmiyordu. Ne yapacaktım? Bir şeyler yapmalıydım? Ciddi anlamda yasadışı işlere girmeyi bile düşündüm. Doğduğum büyüdüğüm mahalle dolayısıyla büyük ihtimalle kariyerimde hızlı bir yükseliş gerçekleştirirdim.:D Ama o işleri yapanların hiçbiri eninde sonunda çuvallamadan kurtulamıyorlardı. Sonları benzerdi. Biraz daha eski zamanlarda olsak belki olabilirdi ama bu yüzyıl için mantıksız bir seçenekti. Ama birşeyler yapmam gerektiği de kesindi. Baktım şimdilik yapacak bir şey yok; elimde bana ait kalan parayla da sitenin admini olan pislikle içmeye giderdim.:D Beşiktaş-Bebek sahil boyunca herhangi bir yerde oturup; arkanızdaki balıkçı restoranları ile aynı manzaraya bakıp, aynı müzikleri dinleyip keyfinizi yapabilirsiniz. Sadece biraz soğuğa dayanıklı olmanız lazım o kadar.:) Sabah ince tesisatı halledip, öğleden sonra duvar kırıp, moloz indirip, akşam bir büyüğe abanıp, ertesi sabah 7’de uyanıp moloz indirmeye devam ediyordum. Bir şeylere inat eder gibi ısrarla ayık duruyordum. Odaklanmamış, neye olduğunu bilmediğim bir öfkem vardı.
Bütün bu işleri yaparken kafanızdan geçenlere kimse karışmıyordu. Elinizle yaptığınız işleri otomatiğe bağlarsanız düşünmeniz kolaylaşır. Ben de öyle yapıyordum.
O zamanlar ölüm düşüncesi de aklımı fazlasıyla meşgul ediyordu. Nasıl bir duyguydu? Her şey bir saniye içinde mi oluyordu? Yoksa dışarıdan baygın gözükmenize rağmen bacaklarınızın, iç organlarınızın, beyninizin ölümünü an be an hissedebiliyor muydunuz? Her şey bir anda oluyorsa da o anın acısı çok fazla oluyor muydu? Eğer bütün hayatımız böyle sürecekse, o “bir an” ı göze almaya değer miydi?
Evet dostlar; bu düşüncelerin bir sonucu olarak bir süre intihar etmeyi düşündüm… Bunu bir zayıflık veya acizlik olarak algılamayın. İnsanlar hep başka yerlere yerleşmek, başka bir hayat kurmak ister ya; onun gibi bir şeydi.. Hem orada gerçekten bir şey var mı yok mu görmüş olurdum. Sonra “Ya yoksa?” diye düşündüm. Yemedi…:D Martin Eden’i okuyan varsa eğer, o arkadaşla epey benziyorum.:)
Yanlış hatırlamıyorsam o yılın Nisan-Mayıs civarında tesisatçıdaki işi bırakmıştım. Orada da kalan bir miktar alacağımı tahsil etmek için ustanın manevi değeri olan montunu rehin almak zorunda kalmıştım.:) Bir hafta kadar sonra internetteki iş ilanlarında el ilanı dağıtma işi bulmuştum. Burada da bir dipnot geçeyim: İş arıyoruz ama bulamıyoruz diyerek benim sinirimi bozmayın. Gerçek hayatta gözünüzün yaşına bakmadan hunharca dalga geçiyorum haberiniz olsun. Ben bir işi bıraktığım zaman yenisini bulmam en fazla bir hafta sürerdi. Hatta bugün haberlerde verilen işsizlik rakamının tamamen doğru olduğunu da düşünmüyorum. Onların yarıya yakınının iş beğendiremediğimiz beyefendi/hanımefendiler olduğuna eminim.
El ilanı dağıtımı tam benlikti. Sabah gidip broşürleri alıyor; nerelerde dağıtacağım bana bildiriliyor, gerisine kimse karışmıyordu. Bir de dağıttığıma dair kanıt olarak kartvizit götürüyordum broşür sahiplerine. İstediğim yerde oturup yemek yiyor, çayımı sigaramı içiyor, istediğim zaman da kalkıp dağıtmaya devam ediyordum.
Bu iş de bittikten sonra o yaz; spordan bir arkadaşım aracılığıyla helikopter tamirciliğine başlamıştım. (Evet sporumu aksatmıyordum, aksatmam da:D) Yalnız tamir ettiğim helikopterler oyuncak helikopterlerdi.:D Hani kumandalı 3-5 kanallı var ya, onlar. Bu işte çalışma şartlarıma göre aldığım maaş da gayet iyiydi. Diğerlerindeki gibi paramı almak için “where is my money bit..” moduna girmek zorunda kalmamıştım. Ama hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı: “Neden her şey bu kadar sorunsuzdu?”:D İnsanlar birbirlerine daha nazik davranıyorlardı. Daha uysalbaşlılardı. Ben buna alışkın değildim. Paramı kazanıyordum ama kendimi ait hissedemiyordum. Bütün başımdan geçenlerden sonra kendimi onlardan daha mı üstün görüyordum? Yoksa o neşeli hayata dahil olamayacağımı düşünerek kendimi aşağı mı hissediyordum? Sanırım ikisi bir aradaydı. Hobileri, zevk aldıkları şeyler vardı, birbirleriyle hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi şakalaşabiliyorlardı. Alışık olmadığım kadar mutlu ve neşelilerdi. Her şeye mal gibi gülüyorlardı. Ama bana para lazımdı. Laga luga yapma, “give my money bit..!…”
Oradaki iş bittikten sonra kısa bir süre de anketörlük yaptım ama paranızı almak için çok uzun süre beklemeniz gerekiyordu, bıraktım.
Üniversite 2.sınıftayken buraya bu yazıyı yazmama vesile olan macera başlamış oldu. Ne iş bulursa yapabilme yönümün ve para kazanma hırsımın farkında olan admin arkadaş; internetten makale yazarlığı yapılabilecek bir siteyi bana söyledi ve buradan rahatça para kazanabileceğimi müjdeledi. O an gözümde bir handa ellerime bir hazinenin haritasını veren gizemli bir yolcu gibiydi.:) Kendisi zenginin daniskası olmasına rağmen neden böyle bir şeyle uğraşıyordu o sıralar anlamamıştım ama benim o sırada çok işime yaramıştı.:D Yani son yazısında belirttiği şey doğrudur. Site kurmaktan bile öncesinde “internetten para kazanmak” kavramını benimle tanıştıran oydu. Ondan öncesinde internetle herkesin kullandığı sosyal medya gibi araçlar dışında pek bir alakam yoktu. Hatta kendi sitemizi kurmaya girişmeden öncesinde domain ve hostingin birbirinden farkını bile bilmezdim. Bundan önce yaptığım hiçbir işte de teorik bilgim yoktu. Yani; ÖNCESİNDE TEORİK BİLGİNİZİN OLMAMASI BAHANE DEĞİLDİR arkadaşlar. Siz sadece başlayın, yaparken öğreniyorsunuz zaten.
O sıralar derslere giriyor, makale yazarlığı dışında bulduğum anket veri girişi işini yapıyor, makale de yazıyor, bölümümle ilgili kulüp faaliyetlerine de katılıyordum. Kurumsallıkla, kariyer mantalitesiyle yavaş yavaş karşılaşmam da bu zamanlardaydı. Bunların dışında evimize yakın bir yerde gerçekleşen bir futbol turnuvasına hafta sonları maç oyuncularını, hakem isimlerini, gol atan oyuncuları, vs. anons etmek görevini de yapmıştım.:))
Küçüklüğümden beri merakım yüzünden o kadar farklı çevre görmüştüm; farklı düşünceler dinlemiş, farklı kimlikler ve farklı inançlarla o kadar çok haşir neşir olmuştum ki; bir yan etki olarak bende kafa karışıklığı yaratıyordu. Doğduğundan beri aynı çevrede, camiada kalıp, yine orada ölen bir sürü insan vardı. Ama ben herhangi bir aidiyet hissedemiyordum. Her şeyi artılarıyla eksileriyle dışarıdan gözlemledikten sonra gerçek yüzü olmayan, tam anlamıyla bir kimliksiz olmuştum.:) Acil para kazanma ihtiyacının bana kazandırdığı pratiklikle, hayatın ve yaratılışın anlamını sorgulayan düşünürlüğü bir arada yaşıyordum. İnsanların 9-10 yaşlarından beri uğraştıkları ve dünyada başka önemli iş yokmuşçasına sürekli devam ettirdikleri uğraşları vardı. Bende bunun zerresi yoktu.:) İlgi alanlarımı sürekli değiştiriyordum. Bağlama, gitar, piyano çalmışlığım da vardır. Basketbol, koşu, uzun atlama, kick boks, boks yapmışlığım da. Ama hiçbirinde dikiş tutturamamıştım. Bir süre sonra sıkılıyordum, uzaklardan “göç, göç” diye beni çağıran sesleri duyuyordum.:) Sanırım nasıl bir şey olduğunu, ne hissettirdiğini görmek yetiyordu.
Ama tek bir şey hep ilgimi çekiyordu: Gezmek. Hayır, müzeleri, sergileri gezmek değil canlarım. Farklı kültürler, diller, ırklar, bitki ve hayvan türleri. Evliya Çelebi’ye taş çıkartırcasına basmadık toprak, duymadık dil bırakmamak. Hala benim görmediğim yerleri görmüş biriyle karşılaştığım zaman bütün ayrıntılarıyla gördüklerini ısrarla anlattırır, her detayı dinlerim.:) Üniversitedeki bölümümü bile buna göre seçmiştim. Çünkü bir yandan para kazanmaya da ihtiyacım vardı. Mühendislik dalı olmasına rağmen sürekli hareket halinde olabileceğim, ülke ülke gezebileceğim bir meslekti. Teknik konulara yatkın olmamama rağmen mesleğin getireceklerini sevdiğim için bir şekilde üstesinden gelirim diyordum. Birazdan da değineceğim üzere zamanla buna da katlanmak zorunda olmadığımı fark ettim.:)
Uzun lafın kısası; her şeyi merak edip gözlemleyen bir düşünür/bilim adamı ile zengin olmak isteyen girişimcilik yönünü bir arada barındırıyorum.:)
Bilim demişken; o sıralarda peydah olan Karikateist, vs. gruplarda daha öncesinde dağınık bir öfke şeklinde olan inanca dair fikirlerimi karşılayacak, her şeyi bir mantık çerçevesine oturtmamı sağlayan yazılar okumaya başlamıştım. İyi geliyordu. Kim olduklarını bilmem; ama kendi işlerinden güçlerinden vakit ayırıp öyle bir şeyle uğraşan adminlerine teşekkürü borç bilirim.
Makale yazarlarının dikkatine
Okul döneminde azar azar yazdığım makelelere tatil döneminde iyice ağırlık vermiştim. Bu işi sevmiştim. Her yerde, istediğim saatte yapıyordum.
Ama sonra olay patlak verdi. Az az yazdığım zaman para aksatmadan veren makaleciler; alacağımın artması üzerine makalelerin üzerine kondular. Ödeme yapmadılar. Söylüyorum; insanlar aynıydı.
Site kurmaya karar vermemizden günümüze
Bütün bunlar gelip geçerken maddi durumumuzda bir değişiklik olmuyordu. Borçlar aynıydı. Yeri geliyor yemekhane parasını denkleştirmek için okula haftanın sadece bazı günleri gitmek zorunda kalıyordum. Bütün yaptıklarımız boğazımıza kadar olan b.kun daha yukarı çıkmasını engellemeye yarıyordu. Bütün bu çabaları borçsuz bir şekilde verseydim şimdiye kendi adamı satın almıştım.:D
Bu tarifsiz durumumuza bağlı olarak boş zamanlarımda bankalara C4 yerleştirmek için planlar yapıyordum. Sonra okumak isteyip de pahalı olduğu için alamadığım kitapları kitapçılardan bağış olarak toplayıp, okutup, eski kitapçılara satıyordum. Üzerine de düzenlediğim gezilerden ceplediğim komisyonlara ekleyip makale yazarlığından aldım diye eve veriyordum. Sonra okuldaki kariyer manyaklarının sloganlarını görüyordum: CV’ni güncelle, kariyer semineri, liderler zirvesi, kurumsallık eğitimi… KURUMSALLIĞINIZA SOKAYIM!…
Biliyor musunuz; arada sırada “o borçlar benim yaptığım borçlar değil ki, niye böyle uğraşıyorum. Şimdiden neden başlamıyorum her şeyi bırakıp gezip görmeye” diye düşünmeden de edemezdim. Ama bunu uygulamaya kalkmadım, nedendir bilmem.. Böylesi daha iyi sanırım.
Durumlar yine kötüleşir gibi olunca yazarlık dışında bir şeyler de aramam gerektiğini anladım. Part-time iş aramaya başlamışken tam da o sırada önüme “buyur al” diye konmuş gibi okuduğum bölümle ilgili uzun dönem staj yapabileceğim bir iş imkanı çıktı. Acaba not ortalaması sorun olur muydu? 2.’yi biraz geçkin ortalamam vardı. Ne olursa olsun, bunu bir denemeliydim. Gittiğimde öğrendim ki kulüpte de gayet güzel bir şekilde duyurulmasına rağmen; okulda çay-sigara-batak eşliğinde eğitim sistemini, hocaları, iş kıtlığını hunharca eleştiren arkadaşlardan hiçbiri bu işe başvurmamış zaten.:) Ne yalan söyleyeyim maaşı da iyiydi. Önceleri haftanın birkaç günü gidip o günkü derslere ikinci öğretimden girmeye karar vermiştim. Sonra bu; hafta için her gün işe gidip akşam derslere girmeye dönüştü. Sonra da “parlakfikirler” projesiyle beraber okulu komple 1 sene uzatmaya dönüştü.:D
Kapalı bir ofis ortamında olan işim tahmin edeceğiniz üzere göçebe ruhum için ıstırap doluydu.:D Ama maaşı şu anlık durumu kurtarıyordu, 6-7 aylığına dayanabilirdim. Gündüz bu işimle, akşam bu sitenin ve diğer sitenin yönetiminde günler geçiyordu. Hafta sonları da hafta içi yayınlanacak yazıların büyük çoğunluğunu toptan yazıyordum. Maaşımın çoğunluğunu eve verirdim. Malum; b.kun boğazımızdan yukarı çıkmaması lazımdı. Hafta sonları bira paramı ayırdım. Bir de ikinci siteyi hazır olarak satın almak için birkaç ay adminle beraber para biriktirmiştim o kadar. Bu dönem boyunca bütün aykırılıklarıma başarıyla tahammül edip yapılan işle ilgili öğretilebilecek olan her şeyi bana öğreten kişi başta olmak üzere; hantal ve ağır kurumsallığın bütün zayıf yönlerini saptamama vesile olan herkese teşekkür ederim.:D
Sıfırdan bu siteye başladığımızda ve birkaç ay sonrasında ikinci siteyi aldığımızda bu iş gerçekten hoşumuza gitmişti. Çalışma saati, çalışma yeri gibi konular malum… Bu işlerle uğraştığımı etrafımda çok az kişi bilir. Onlar da genelde pek inanmayan, hatta bazen dalga geçen bir yaklaşım görürdüm. Tamam; burada milyon dolarlık iş keşfedip havasını atmaya çalışmıyorum. Ama normal mesai yaparak alabileceğim maaşa yakın bir miktar kazanıyorum. Daha fazlasına az kaldı. Özgürce araştırma yaparak, istediğin yere giderek… (Paramız yettiğince:D) İşin kolay olduğunu iddia ederek b.k atmaya çalışanları da 1 sene boyunca web-master forumlarında sıfırdan her şeyi öğrenme, reklam başvurusuyla, tanıtım yazısıyla, sosyal medyasıyla, cartıyla, curtuyla ve her gün yazacak bir şeyler bulmayla bir sene boyunca uğraşmaya davet ediyorum. Büyük ihtimalle 2-3 ay sonrasında bırakacaksınız.
Bu yazda genelde iki siteyle ve bir tane başarısız olan başka bir site projesiyle geçti. Aradan bir sene geçti ve yeni bir düzenleme yapmanın vakti geldi. Şunu da belirteyim; o sıralarda çalışmak zorunda olduğum için kendi planını programını değiştirerek sitenin birçok farklı işiyle uğraşan, genelde nöbette olan kişi admindir. Ben hafta için akşamları ve hafta sonları ilgilenebiliyordum. Ben de daha sonra uzun yazılar, bütçe katkısı gibi şekillerde bunun karşılığını verdim. Aramızda sözleşme falan olmadan rahat rahat çalışabiliyoruz. Ne demişler: İt iti ısırmaz.:D
Sitelerden bu; diğerinden daha değerliydi ve bunun için birinin diğerine ödeme yapması gerekiyordu. Bizde sermaye yok tabi; bu siteyi beyimize devredecektik.:D
Detayları konuşma günü geldi, müzakereye oturduk. Bak bak bir de ne yazmış: “….Onun da bunu suistimal etmeyeceğini biliyorum…” Önceden kendini garantiye alacak çakal…:D
Sayın “parlakfikirler” domain, hosting gibi kozların onda olmasına rağmen teklif ettiği miktarın piyasa değeri üzerinde olduğunu, bu yüzden teklifi direk kabul etmemin uygun olacağını, orman kanunlarına göre böyle bir avantajı bulunduğunu söyledi. Ben de orman kanunlarına başvurulacaksa başka becerilerin de devreye girebileceğini ve boğazına bıçak sokabileceğimi söyledim. Bir iki restleşme, tehdit ve şantajdan sonra uygun miktarda anlaştık ve sonra içmeye gittik.:D
Evet, durum bu… İnsan hafiften bir üzüntü hissediyor ama artık bu sitede yokum. Google’a kim kurdu yazın. İlk çıkan sitedeyim.:) Buradan aldığım parayla da iki iş daha kuruyorum.
Gerçek göçebeliğe başlarken
Hala her günümü gezmeye, seyahate harcayabilecek durumda değilim. Bunun için biraz daha süreye ihtiyacım var ama dediğim gibi; borçların çoğu bitmeye başladı. Bütün bunlar bitmeye başlayınca; kafamı sürekli meşgul eden şeyler azalınca ve paçayı kurtarmaya çalışmak zorunda kaldığım durumlar kaybolunca inanır mısınız beynim kaldıramadı, kendi kendini yemeye başladı. 15 gün hiçbir şeyle ilgilenmek istemeyip, hiçbir şeyden zevk alamayıp, yaşıma başıma bakmadan yorganın altında depresyona girip ağlayacak duruma geldiğimi hatırlıyorum.:D
Şimdiye kadarki ömrüm böyle geçti. Doğru düzgün bir tatil yapmadan, İstanbul dışında bile adam akıllı çıkamadan. Ama her anımda bir şeyleri düşündüm, araştırdım, çalıştım, okudum, bir şeylerle uğraştım.
Artık biraz daha iyi durumdayım. Ama göçebe ruhum hiçbir zaman değişmedi.:) Bir han masasında kemiğinden tutup yediğim etin üzerine tahta bardaktaki birayı içip; elimin tersiyle sakalımı sildikten sonra baltamı kaptığım gibi akınlara katılmak istiyorum.:D Lakin istirham ederim efendiler.. Biz kat’iyen öyle insanlar değiliz. Zira son derece zarif, kibar ve naif beyefendileriz değil mi?
Ama bir an sabit durduğum zaman sinirimin bozulmaya başladığı doğrudur. Tamamlanacak bir iş, yelken açılacak bir rota, savaşılacak bir düşman kalmadığında durduk yere etrafıma zarar verme eğilimi gösterdiğim de doğrudur.:))
Şimdi de bir rota değişikliği yapıyoruz. Bu işleri yaparak da göçebe kalabileceğimi fark ettiğimden beri mühendislik bölümünden soğumaya başlamıştım. Sonunda bırakmaya karar verdim. Seneye yine aynı sektörle ilgili ama biraz daha işletme ve ticari olan bir bölüme başlayacağım. Aileme bile daha söylemedim. İlk sizin haberiniz oluyor değerli okurlar.:) Zaten bu anlattıklarımı ne ailem, ne bir kız arkadaşım, ne yakınlarım tamamiyle bilmez. Hatta büyük çoğunluğu hiçbir kısmını bilmez.:) Anlatmaya başlasam nereden başlayacaktım.:D Bari admine son bir kıyağımız olsun uzun bir yazıyla.
Peki neden yazdım? Beni azimli bir başarı öyküsü adı altında bilmeyeceksiniz. Bunu yapacak kadar kariyer meraklısı, kurumsallığa yatkın ve sağlıklı değilim. Zaten o kadar emekten sonra bütün bunları gidip de başka bir yerde sabah akşam çalışmaya hak kazanmak için harcayacak değilim. Sadece kimselere söyleyemediğiniz dertlerinize çare bulmak için “Kısa yoldan nasıl zengin olurum?”, “Hızlı para kazanmanın yolları nelerdir?” gibi aramalar yaptığınızı biliyorum. Bunu; önünüze konan seçeneklerden birini almaya mecbur kalmadan yapabileceğinize; böyle bir göçebenin de yaşamakta olduğuna dair bir işaret bırakmak için yazdım.:)
22 yaşındayım; inanın böyle köklü bir değişiklik koymuyor. Verilen maaşlar, insanların izlemeye mecbur bırakıldıkları rotalar aklıma geldikçe istemsizce gülüyorum.:D Etrafımdaki insanların yavaş yavaş takım elbiseli, tıraşlı tarza geçiş yaptıklarını görüyorum. Gerçekten işinin ehli olan yeteneklilere tüm saygımla beraber; şimdiye kadar hiçbir çalışma tecrübesi bulunmayan insanların bir “süper ego” vakıası olarak o takım elbiseyi, üniformayı nasıl kendi kişilikleri olarak benimsediklerini ve yetki-makam konusundaki görmemişliklerini görebiliyorum. Arada sırada böylelerinden birine denk geldiğimde arkasından daha sağlam t…k geçebilmek için o eşofmanlı, sakallı tarzıma ek olarak hal ve tavırlarımla kendimi daha da sünepe gösterdiğim doğrudur.:D
Mutsuzlar biliyor musunuz? İçlerinde bulundukları durumdan memnun değiller… Lay lay lom bir lise hayatından sonra sorgulamadan, çalışmadan, oturduğu yerden vatan kurtararak üniversite yıllarını geçirenler umrumda bile değil. Ama siz kendi imkanlarını kendisi yaratanlara üzülüyorum, gerçekten… Ah şu ekmek parası safsatalarını; yılmamış yıkılmamış gözükmek için takım elbiseli, kunduralı bir işkolik olma sevdanızı aşabilseniz.. Bir an kafanızı kaldırıp bakmıyorsunuz ki etrafınıza.. Neden o kadar çalışmak zorunda kaldığınızı düşünmeden hemen adam olma derdindesiniz. Daha oynanacak çok oyun var. Ne meraklısınız anasını satayım yaşlanmaya…
Evet okurlar; insanlar yaşları ilerledikçe hayatı ciddiye almaya, bir koşuşturmacaya girmeye başlıyorlar. Bense yaşım ilerledikçe daha fazla tiye almaya başlıyorum. Aşırı doz dedikleri şey bu oluyor galiba..:D Bildiğiniz umursamıyorum. Zaten doğa ve outdoor ile ilgili de yeni yeni uğraşlar bulmaya başladım. İnsanın doğaya geri dönebilmek için bu kadar çalışmak zorunda kalması sizce de garip değil mi?
Ayrışma mevzusuna dönecek olursak; keşke o kadar süre kafanı kurcalamasına izin vereceğine direkt olarak artık vaktin geldiğini söyleseydin adminciğim.:D Yeterli imkan varken kendi oyun alanını yaratmak istiyorsun, anlayabiliyorum ve normal karşılıyorum. Sadece iş kurma-bozma, işe girme konusunda biraz daha tecrübelenmeye; o sağlam teorik temellerini pratiğe dökmeye ihtiyacın var, tek gereken bu. O kadar karmaşık düşünmeye, üzülmeye gerek yok. Zaten buralar da durgunlaşmaya başlamıştı… Tek bir ricam var: Bir daha orman kanunlarını bana karşı kullanmaya çalışma. Burada doğayı seven ve kanunlarına sadık olan benim biliyorsun.:D
Bir gün diplomasi ve idare becerilerin yetersiz kalırsa; tek bir işaretinde ertesi günün şafağında tüm kuvvetlerimle beraber tepelerin ardında beliriveririm. İnan bana en eğlenceli günlerden biri olur. Ondan sonra az önce savaşan ben değilmişim gibi ortadan kaybolurum.:D O güne kadar yeni akınların vakti gelmiş demektir. Yeni coğrafyalar, yeni diller, yeni bitki-hayvan türleri, yeni alkol çeşitleri, yeni ten renkleri bizi bekler.:)
Göçebe olmak isteyenler: Yazının başında yazdığım farzları yerine getirmeyi unutmayın. Diğer becerileri öğrenmek istiyorsanız iletişime geçin ben sizi bulurum.:D
NOT: 1 senelik süre içerisinde içtenlikle oyuna katılan rakiplere de teşekkürü bir borç bilirim. Yazılarınızı hala dikkatle takip ediyorum.
Al bu da benden olsun, içimden geldi. HEIL PARLAKFİKİRLER ADMİNİ!….
Arkadaşım vallahi seni ne tanıyorum,ne de başka birşey. Geçen gün tablette iş ile alakalı birşey araştırırken ekranda açık kalmış bu site 🙂 Her neyse söyleyeceklerim gelecek olursak yazını baştan aşağı okudum ve hani derler ya bitmesini istemedim ama görüyorum ki içini dökmüssün .söylediklerine harfiyen katılıyor hatta bi ara sanki kendi yazımı yazmış üzerinde düzenleme yapıcam diye tekrar okuyorum düşüncesine girdim.
Tek fark aramızda 2 yaş var :))
Herşeyi pek takmamak gerek bir sefer geliyoruz şu dünyaya .
Umarım herşey gönlünce olur. .
hocam uzun uzun yazmışsınız içinizi dökmüşsünüz ancak kafama takılan bir konu var? Admine beni orman kuralları ile alt etmeye ve kendine alan açmaya çalışmışsın demişsin madem böyle bir sorunun var admin neden senin yazını burada yayınlasın ikinci bir konuda yaşanan sorunların hiç biri tek taraflı değildir, sen de de bir sorun olmasa alan daraltması yapılmazdı dimi… bizimde ortaklarımız oldu ama herkes neden ayrılmak zorunda olunduğunu biliyordu bence oturup konuşun siteden kapışmayın
Merhaba dostum yazını hiç sıkılmadan okudum çok ortak yönümüz var aynı zamanda doğa ve outdoor sporlarla ilgileniyorum bende üniversitede işletme bölümündeyim aynı zamanda bende kafkasya göçmeniyim Karapapakları biliyorsundur o kavimdenim işte seninle çok ortak yönümüz var.Bu arada bu yazıya ulaşmamın tesadüf olduğunu düşünmüyorum tamda bir arayış içindeyken buldum yazını iyi geldi baya.Senden istediğim bana ulaşman birlikte bir şeyler başarabiliriz.Bana facebooktan ulaşabilirsin..