Neden İnsanlar Giderek Samimiyetini Kaybediyor?

Herkese ”samimi” olarak bizden kocaman bir merhaba. Bu yazımızda giderek modernleşen ve modernleştikçe maske sayısını arttıran topluma ayna tutmaya çalışacağız. Hepimizin ortak olarak yakındığı bir sorundan bahsedeceğiz: Neden insanlar giderek samimiyetini kaybediyor? Ve asıl paradoks da buradan başlıyor. İki cümle öncesinde yazdığım cümledeki herkes! Herkes aynı şeyden şikayetçiyse, o zaman samimiyetsizler kim? Yok asıl samimiyetsizler, içimize karışıp insanların giderek samimiyetini kaybetmelerinden yakınanların başını mı çekiyor?

Yazımıza küçük bir hikaye ile başlayalım. Bir gün bilinmeyen bir ülkede bir kral, kraliçenin talimatıyla havuzuna süt doldurtmaya karar vermiş. Bunun için de halkına buyruk vermiş. Herkes, istisnasız her handen bir kişi akşamdan sabaha kadar 1 gün içinde bir kova süt dökmek suretiyle havuzun süt dolmasına vesile olacaklardır. Gün akşam olmuş. İnsanlar birer ikişer görünmeye başlamışlar. Ellerindeki tenekeler, kutular, kovalar. Bir de o mahallenin bir uyanık akıllısı varmış. O da içinden demiş ki: Bu karanlıkta, bu binlerce kova sütün arasına ben su döküp geleyim. Kim ne bilecek? Böylece gecenin karanlığından faydalanıp su dolu kovasını havuza döküp evine geri dönmüş. Huzur içinde, kocaman bir kova sütünü de evinde tutarak uyuyakalmış. Peki ya sonra ne mi olmuş? Kral ve kraliçe uyandıklarında havuzu dolu görmüş. Ama tamamen su ile.

sa 2

Samimiyetle ile yakınmadan önce bu hikayeyi gözden geçirmeli; herkesin süt dökmesini beklerken herkesin su ile doldurduğu bir havuzda samimiyeti önce kendimizden başlayarak sorgulamalıyız. Böylece çevrede, dünyamızda ve iç dünyamızda aradığımız içtenliği önce kendimizde bulmaya başlarız.

Şimdi sırayla 21. yüzyılın mega uygar dünyasında samimiyetin neden giderek yitirildiğini, kaybolduğunu tespit ve analiz edelim.

Neden İnsanlar Giderek Samimiyetini Kaybediyor? 

  • Birinci sıraya hiç şüphesiz, medyanın güçlü ve etkin hale gelmesini koyacağız. Özellikle Türk televizyonlarında, bir akşamda kanal başına 2 -3 dizi düşmesi, o dizilerin 90 dakikadan tüm günü ve akşamı kaplaması, buna birinci etkendir. Dizi, sonuçta bir sinema türüdür ve sinema da rol yapma yeteneği üstünde temellenir. Bu tür görsel medya ürünlerini izleyen insanlar, belli bir noktadan izlemekle kalmaz, onlara dönüşür. Beyin, göze bağlıdır. Karakter de doğrudan beyne bağlıdır. Göz üzerinden takip edilen oyuncular ve kurgu senaryolar, çok geçmeden hayatlarımızın ve günlük yaşantımızın içine sızmıştır. İnsan neyi izlerse, ona dönüşür. Kaçınılmaz son. Böylece önce üslupta belli başlı yozlaşmalar gelişir. Annelerimiz, bu dizi kültüründen önce böyle mi konuşuyordu? Bunu bir düşünelim. Hangi anne, dizi salgınından önce ”ya o ya ben” diye çıkışıyordu. Üsluplardaki, konuşma biçimlerindeki samimiyetsizlik, gözle görülür bir hale bürünmüştür. Sevgililerin sevgililerden istekleri, dizilerdeki oyuncuların birbirlerinden istediklerine evrilmiştir. Karı koca hayatları, dizilerdeki şatafatlı aile hayatlarına benzetilmeye başlanmıştır. Sadece aile içi bir kaos çıkmamıştır. Aynı zamanda iş yaşantımızda da samimiyetsizliğe ve taklide varan replikler olagelmiştir. Evet, birincil derecede samimiyetsizliğin nedeni budur. İnsanlar artık konuşmuyor, repliklerini okuyor. İnsanlar artık dinlemiyor; rol sıralarını bekliyor. İnsanaların artık bir yaşamları yok, bir senaryoları var. Hal böyle olunca, samimiyet, giderek az aranan bir erdem oldu. Artık kim daha iyi rol yapıyorsa, o başarılı. Başarının ölçütü samimi olmanın erdemliliğinde değil, rolün altından kalkmanın profesyonelliğinde.  Bizim gözümüzde samimiyetsiz olan insanlar, kendilerine göre, başarılı birer oyuncu. Onlara sen yalan söylüyorsun dediklerinde, onların iç mekanizmaları hemen itiraz eder: Hayır, yalan söylemiyorum, rol yapıyorum. Seni kandırmıyorum; mesleğimi ifa ediyorum. Artık sokakta, kaldırımda, evde, işte insanlar kendilerine biçtikleri sonsuz bir rolün oyuncularıdırlar. Medya çılgınlığı bunu getirmiş ve geliştirmiştir.

sa 1

  • Paranın ve sosyal konumun tüm erdemlerden üstün tutulması: Öyle ki iş yaşamında yükselmek belli derecede samimiyetsizliğe evrilmiştir. Sahtelik, geçici olmak kaydıyla kabul edilebilir bir modernitenin uyumlu parçasıdır. İş ortamında sahte yüze gülmeler, ikili ilişkilerde ikili oynamalar moda haline gelmiştir. Öyle ki bunları yapmayan saf ve amiyane tabirle enayi olarak yaftalanır. Kariyer planlamalarında başa geçmek öyle bir erdemdir ki; bunun dışında dürüst olmak standart bir yanılgıdır. Öncelerin insanları ”doğru söyleyeni dokuz köyden kovalar” diye buyurmuştu. Bugün ise dürüst insanlar ”doğrucu Davut” olarak nitelendirilmekte. Yani deyimlerde bile, dürüstlüğü aşağılayan, saf dışı bırakan bir yan vardır. Daha fazla para kazanmak, daha fazla başarı ve statü kazanmak için her yol mübahtır. Ve bu insanların gerçek yüzleri asla ortaya çıkmaz. Zira birden fazla yüzleri olduğu için hangi yüzlerinin gerçek olduğu asla bilinemez.

 

  • Yanılgı Fantezisi ve Mitomani Hatalığı: Mitomani, sosyal alanda insanları kandırmaktan hoşlanan insanların içinde bulunduğu rahatsızlık biçimidir. Ülkemiz şizofreni ve manik depresif hastalıklarında kronolojik olarak Avrupa ve dünya ülkeleri arasında başı çekmektedir. Mitomaniler de, bu türden kategorilerden birine dahildir. Bu nedenle samimiyet, sadece karakteristik alanda değil zihinsel alanda da yitirilmeye devam etmektedir.

 

  • Yalanın bir psikolojik kaçış olması: Zorlandığımızda ilk çare olarak yalana başvururuz. Çünkü yalan her zaman işe yarar. Yalanlarla ve sahteliklerle örülü bir dünyada yaşıyor olsak da, karşı taraf bize ne söylerse söylesin ilk intibada onu gerçek kabul ederiz. Daha sonraki düşünme paylarında, gerçeğin yalana evrildiğini; bunun bir yalan olabileceği ihtimalini düşünürüz. Nitekim işe geç kalmışızdır. Geç uyandığımız için. Ama iş yerine vardığımızda trafik çok sıkışıktı deriz. Şüphesiz, bu masum bir yalandır. Ancak, yalanın işe yaradığını gördükçe bunu devam ettiririz. Bundan sonra daha olayın ve durumların içine girmeden kendi keyfimize göre yalanı hazırlar, paketler ve sunarız. Bu, artık yalan söylemek değil yalanı yaşamak ve yaşatmaktır. İşimize gelmeyen her noktada, samimiyet pastasından bir kek daha yeriz ve boş tabakların dünyasında samimiyetsizliklerle dolu olarak ilerlemeye devam ederiz.

sa3

  • Sosyal medyanın etkisi: Son on beş yılda, boşanmalar ve sadakatsizlik konusunda dünyaca rekor kırdık. Sadakatsizlik de en büyük samimiyetsizlik olduğuna göre? Sosyal medya, bize şunu gösterdi ki artık her şeyin, her kişinin bir alternatifi vardır. Hatta ailenin bile. Annemizin doğum gününe katılmak istemeyiz. Çünkü o gün canımız oyun oynamak istiyordur. Bu noktada kişinin oynadığı oyun, artık kendi ailesi durumundadır. Aynı şekilde çatırdayan evlilik ilişkileri ise bambaşka bir boyuttadır. Artık ülkenin ve dünyanın her yerinden istediğiniz yaşta, endamda ve karakterde birini seçme şansınız vardır. Karısıyla ya da kocasıyla kavga eden biri sosyal medya hesaplarını kullanarak acısını yatıştırmak, gönlünü eğlendirmek ya da eşinin yerine birini koymak için çok rahat bir hareket sahası yakalamıştır. Böylece imkanların genişliği ile sadakatsizlik de, ön sıralarda yer almaya başlamıştır. Önceden, eşiyle kavga eden biri, yalnız kalır düşünür; arkadaşlarıyla oturur bir kahve içerdi. Bugün o kişiler, Facebook’tan birilerine her iki anlamda da arkadaşlık isteği gönderebiliyorlar. Böylece görüyoruz ki, artık herkesin bir alternatifi, bir yedeği varken; kimse sadakat gibi, samimiyet gibi kendilerince içi boş erdemlerle zorlanmak istememektedir.

 

Ünlü bir düşünür ”bir kere yalan söyleyen, her zaman söyler.” demiştir. Yalanın, riyanın, samimiyetsizliğin yakan ateşlerinde acı çekmemek ve çektirmemek için mümkün olduğunca dürüst kalmaya çalışalım. Kimilerince modası geçmiş olsa da, dürüstlük, hala en büyük erdem.

 

Yorum yapın