İnsan Hakları Neden Ekonomik Sistemin Sigortasıdır

İnsan haklarının temelinde eşitlik ilkesi yatar. Her doğan insan, bir bireydir. Bir kimliği vardır. Bu nedenler herkes kanına, soyuna, kim tarafından nerede doğduğuna bakılmaksızın diğer insanlarla ve tüm insanlıkla eşit kabul edilir. Seçkinci yasalardan sonra özellikle Fransız İhtilalinden sonra eşitlik ilkesi her iş alanında da uygulanmaya çalışıldı. Çalışıldı diyoruz şimdiki ekonomik sistemin ve o sistemin dinamosu sayılacak iş yerlerinin haline baktığımızda hiç de insan haklarının uygulanmadığını ve esamesinin bile okunmadığını rahatlıkla ve acı ile görüyoruz.

Burada, bu yazımızda size İnsan Hakları Bildirgesinin tek tek maddelerini sayacak değiliz. Yine parlak fikirler olarak her zaman yaptığımız gibi gündelik hayattan örnekler verip bir patron ve çalışan arasındaki kısa ve net ilişkiyi inceleyerek insan haklarının neden hem ekonomik sistemlerin hem de mutlu personellerin devam etmesi için gerekli olduğunu söyleyeceğiz.

Ancak eşitlik demiş iken özgürlüğü de anmamak olmaz. İnsan haklarının temelinde eşitlik ilkesi kadar özgürlük ilkesi de var. Özgürlük çalışanına ekonomik kaynak vermekle başlar. Yani siz bir iş yerinde birini çalıştırmayı ancak para vererek sağlarsınız. Böylece o kişinin zamanını ve emeğini satın almış ya da kiralamış olursunuz. Bu Toplum Sözleşmesi adlı kitapta da anlatılmaktadır.

Özgürlük aynı zamanda saygı duymaktır. Ancak şu an özellikle özel sektörde yapılan insanlık dışı uygulamalar bunun önüne geçmektedir. Şimdi sırası ile insan haklarını baz alarak sıklıkla yapılan hataları, ihmalleri, haksızlıkları baz alarak sıra sıra maddeleyeceğiz. Böylece herkes tarafından bir kere daha anlaşılacak insan haklarının uygulanmasının önemi. Şimdi yapılan ilk istismar ile devam edelim yazımıza.

Burada patronların, yetkililerin, söz sahibi şirket sahiplerinin yaptığı yanlışları ve uğrattığı haksızlıkları baz alacağız. Zira ekonominin temelini çalışanlar oluşturur. Onları sömürmek, istismar etmek, işine karşı yabancılaştırmak ekonomik sistemin bel kemiğine darbe indirmek demek olacaktır. Burada karışık parasal işlemlere ve birtakım belirsiz ekonomik sistem söylemlerine girmeyeceğiz. Şu bağırıp çağıran patronun ifadesine bakalım. Belki insan hakları dediğimiz olgusal sistem bu patronun kızgın ifadesinde bitmektedir. Siz ne dersiniz?

8 Saat Değil 14 Saat Çalıştırmak! 

Yazımızın hemen başında Fransız İhtilalinden söz etmiş idik. Peki günde 8 saat çalışmanın bir hak olarak tam olarak bu ihtilalde alındığını biliyor muydunuz? Fakat bu anayasal hak her nedense görmezden geliniyor. Daha fazla saate daha ucuza çalıştırmak insan haklarına taban tabana zıt bir portre çiziyor. Ve böyle insanlığin ekonomi müzesini gezerken gördüğümüz ilk tabloda zaman ve emek ihlalleri göze çarpıyor.

Önceden bir hafta sonum var diye sevinen çalışanlar, şimdi bir pazarım var diye hayıflanıyor. Önceden 8 saat çalışarak eve mutlu bir yorgunlukla dönen çalışanlar, şimdi mesai saatleri 12 – 14 saati bulan çalışma saatlerinden eve keskin bir bıkkın ve perişan bir halde dönüyorlar.

İnsan haklarından ve ekonomik sistemlerden bahsedeceksek çalışanlarımızı koruyup kollamalıyız. Onlar her gün buğdayı öğüten, ekmek haline getiren ve önümüze çıkaran insanlar. Ancak bu insanları canları çıkana kadar çalıştırarak insan haklarını ihmal ediyor, ekonomik sistemin balanslarıyla oynuyoruz demektir.

Çalışanlar bir düşüş hikayesindeler. Ekonomik sistem iki ayrı çatallı yolla birbirinden ayrılıyor. Bir çalışırken her gün perişan halde cılkı çıkana kadar çalışanlar, maaşlarından işlerinin kalitesinden gram memnun olmayanlar. Bir diğer kesim de çalışmak için gün sayanlar, sürekli iş başvurusunda bulunanlar ve işsizlikten yakınanlar. Resimdeki ablanın düşüş göstergesi bu iki çelişkiyi gösteriyor. Çalışanlar işlerinden memnun değil iken, çalışmayanlar daha sonra memnun olmayacakları iş için çırpınıyorlar. İnsan haklarının her gün defalarca ihlal edildiği çalışma ortamında umutlu bir portre çizmek epey zor.

Çalışanları Azarlamak, Rencide Etmek, Küçük Görmek 

İş yaşamında kölelik kalktı diyenler fena yanılıyor. Eski kölelerden farklarımız şöyle özetlenebilir. Önceden köleler zorla kaldırılır, tekmelenerek uyandırılırdı. Şimdinin köleleri ise akıllı telefonlarının birbirinden melodik alarm sesleriyle kendi istekleriyle kendi yataklarından uyandırılıyor.

Önceden köleler bir yerden bir yere götürülüp orada çalıştırılacaksa yürütülürdü. Toplu halde. Şimdinin köleleri kirasını paşa paşa ve fazla fazla verdikleri evlerden çıkıp metrobüslere, marmaraylara biniyorlar tıklım tıklım.

Önceden kölelere sadece hayatta kalmaya yetecek kadar gıda ve barınak verilirdi. Şimdiki kölelere on iki aya kadar varan taksitlerle çok özel kampanyalar sunuluyor.

Bu karşılaştırmalar sürer gider. Ancak bugün de geçmişte de değişmeyen tek şey var. Patronların, baştakilerin çalışanlarını azarlaması, rencide etmesi ve başkalarının yanında bile hakir görmesi. Ünlü bir sima olan Che Guera’nın da dediği gibi: Önemli olan bir insanın ayda kaç kere et yediği ya da yılda kaç kere tatile gittiği değildir. Önemli olan onun ömrü boyunca nasıl hissettiğidir.

Şimdi size bir başka görsel altında tam da bu konuya yönelik bir anımı, karanlık bir anımı anlatacağım. Kısa ve öz bir şekilde.

Geçen yıl arkadaşımla gece vakti acıkmış ve sahildeki büfelere gitme kararı almıştık. Çıktık geldik. Ben karışık tost söyledim. O kaşarlı. Ancak orada çalışan -18 yaşından küçüktü kesinlikle-  çocuk yanlış anlayıp ikisini de kaşarlı yapmıştı. Karışık isteyen ben bunun bir sorun olmadığını böyle de yiyebileceğimi söyledim. Hatta gece vakti mideyi fazla şişirmeyelim diye gülümsedim bile. Ancak bu hata, patronun gözünde inanılmaz büyük bir hataydı. Başladı karşımızda çalışanını azarlamaya. Sen adam olamayacaksın. Müşteriyi memnun etmeyi, onları dinlemeyi bilmiyorsun. Seni buraya alacağıma başkasını alsaydım keşke diye. Durum o kadar rahatsız edici bir hal aldı ki müdahale etmek zorunda kaldık. Bizim açımızdan bir sorun olmadığını ve arkadaşın da yorgun olabileceğini, insanlık hali falan dedik. Patron ”sen bilmezsin bunları” dedi bizimle göz teması kurup. Bunlar? Belli ki kölelik algısı şekil değiştirerek ama çok daha güçlü bir şekilde devam ediyor günümüz dünyasında.

Çocuk Çalıştırmak Yasaktır! 

İnsan hakları bildirgesinde de altı sıklıkla çizilen bir yasak daha. Peki uyan kim? İnsan hakları ekonomik sistemin nasıl dinamosu olur? Şöyle. Birileri eğitim almak zorundadır ve eğitimde de fırsat eşitliği söz konusudur. Ne yazık ki sadece kağıt üstünde. Çünkü göz göre göre yaşları 9u 10u bulan çocuklar bile çalıştırılmakta.

Birileri okula giderken birileri dönercilerde çıraklık yapmakta. Arada bir çocuk işçilere hayır diye kampanyalar sunsa da bunlar görmezden geliniyor. Sadece İstanbul’da bile kaç tane çocuk çalışan var.

Bakın usta çırak ilişkisi bizde bakidir. Ben bundan bahsetmiyorum. Yani baba oğlunu yaz aylarında özellikle, hem boş durup haylazlık yapmasın hem de bir meslek öğrensin diye güvendiği birinin yanına verirdi. Bu gayet insani ve mantıklı bir şeydir.

Ama biz çocuk çalıştıranlardan bahsediyoruz. Sabahtan akşama kadar sigortasız, kötü çalışma koşulları altında.

Ekonomik sistemin motorunu para ve çalışanlar oluşturur. Onlara düşük maaş vermek, onları kötü yaşam standartlarına mahkum etmek ise hem insanlık dışıdır hem de insan haklarına aykırıdır. Umarım tez zamanda tüm dünyada tüm çalışma koşulları hızla iyileştirilir. Mutlu çalışanların şevkle çalıştığı bir ekonomi, kendini tüm risklerden ve kötü faktörlerden arındıracaktır zira.

Hepinize hakkınıza alacağınız insani günler dileriz.

Yorum yapın