Yayın Evlerinin Geleceği Parlak Mı?

Yayın evi kurmak, az biraz kültür işine bulaşmış veya edebiyata gönül vermiş her kişinin aklından ve gönlünden geçen bir iştir. Kimisi bu hayalinin peşinden koşar ve eline geçtiği parayla bir yayın evi açma girişiminde bulunur. Kimileri ise bu kültürel üretime sadece okuyarak ve yazarak devam eder.

book photo

Açılan yayın evleri kimi zaman beklenmedik bir başarı yakalayıp çıkardığı kitapların çeşitlerini de sayılarını da yıldan yıla arttırır. Kimileri ise piyasa içindeki rekabete daha fazla dayanamayıp daha çok işi olmasına rağmen yarı yolda bırakır.

Türkiye’de Rakamlarla Yayın Evleri 

Bu konuda maalesef sarih bir bilgi akışı söz konusu değildir. Kimi kaynaklara göre şu an günümüz Türkiye’sinde 15 binden fazla yayın evi bulunmaktadır. Kimi kaynaklara göre diyoruz zira ülkemiz gazetelerinin de çeşitli zamanlarda yaptıklarına göre kayıt dışı birçok yayın evi de bulunmaktadır.

Hal böyle olunca, kitap piyasasını çok dağınık ve asla kontrol edilemeyecek bir noktada inceleme şansı ya da şanssızlığı doğmakta. Hem kayıt dışı yayın evlerinin çok olması hem de korsan kitapçılığın tüm önleyici yasalara ve yaptırımlara rağmen halen aynı hızla devam etmesi, yayın evleri rakamları konusunda net bir bilgi vermemize neden oluyor.

Türkiye’de Neden Bu Kadar Çok Yayın Evi Var ve Bu Hep Böyle Mi Kalacak? 

  • Sorularla devam ediyoruz ve böylece o soruların cevaplarıyla yayın evlerinin geleceği var mı, varsa parlak mı o gelecek, diye apayrı bir soru ve cevap kaynağı oluşturuyoruz.
  • Ülkemizde bu kadar çok yayın evinin olmasının temelde iki nedeni var. Bu nedenlerden biri teknik, biri de tamamen ”duygusal.” Teknik neden, temelde yayın evi açmanın hiç de zor bir şey olmadığıdır. Yayın evi açmak, adeta kolay yoldan şirket sahini olmak demektir. Yazılı basının temel ilkelerinden hareketle gereken belgeleri ve izinleri almak bir hafta içinde halledebileceğiniz kolay detaylardır.
  • Bunun dışında yayın evinizin bir logoya bir de isme ihtiyacı duyacaktır. Marka patentini de aldıktan sonra artık neşriyat işine dilediğiniz zaman başlayabilirsiniz demektir.
  • Tamamen duygusal nedenlere gelince. Birincisi, kitap basmak bir yayın evi için aslında son derece kolay bir girişimdir. Bir editörlük işleminden geçirilir. Zaten ülkemizdeki halihazırda mevcut olarak iş yapan yayın evlerinin sahipleri genelde ceplerinden para gitmesin diye aile içi şirket kurup gerekli editöryel ve redaktörlük işlerini kendilerine, eşlerine ve evlatlarına biçerler. Böylece para içeride kalır.
  • Editörlük işlemlerinden sonra anlaşılan bir matbaa vardır. Hep aynı matbaa ile çalışılır. Kapak ve içerik tamamen hazır hale geldiğinde roman, şiir ya da başka metinlerdeki dosya söz konusu matbaaya gönderilir. Matbaa yoğunluğuna göre en geç bir hafta içinde kitapları basar.
  • Yayın evlerinin en çok para harcadığı kısım ve alan da bu noktada belirir. Dağıtım şirketleri. Türkiye’de dağıtım şirketleri yayın evleri kadar çok değildir. Bu nedenle belli başlı bir elin parmağını geçmeyecek sayıda dağıtım şirketlerinden birini seçip basılan kitapları muhtelif kitapçılara dağıtma işlemi başlanır.
  • Örneğin 200 sayfalık 1000 adet basılmış bir romanın maliyeti bir yayın evine taş çatlasa 3.000 lira civarındadır. Ancak aynı kitabın yarı yarıya satışından ise, yani 500 adet bir kitap satışından en az 7.500 lira kazanabilirler. Ki bunlar yayın evi piyasası içinde en minimal rakamlardır. En düşük ihtimallerdir. Ortalama bir kitaptan bile yarı yarı satışla 3 bin 4 bin lira gibi kar elde eden yayın evleri şimdiye kadar ayakta ve hayatta kalmayı başarmıştır.

Yayın Evlerinin Günümüzde Geliştirdiği İki Modern Taktik 

Bu taktiklerden ilki kağıt kalitesini düşürmek ya da cep kitap gibi formatlara inmektir. Böylece zaten az olan maliyeti iyice aza düşürmek suretiyle daha fazla kar elde etme yöntemini geliştirmiş oldular. Modern zamanlarda, kitap da daha ucuza mal edilmiş sayfalar ve cebe sığarak ulaşım araçlarında bile okunacak formlarda, yeni düzlemine oturtulmuş olur.

Artık çoğu yayın evi, ilginç şekillerde sözleşmeler imzalamaktadır. Bu sözleşmelerde eskiden telif olurdu. Yani yazar kitabını yayın evine satardı ve satıştan pay alırdı. Doğrusu ticaret hukuku ve insan mantığı da bunu gösteriyor. Ancak 2000li yıllar ile birlikte yeni bir anlayış gelmektedir.

Yayın evleri artık bir muhasebeci gibi davranmaktadır. Yazarlardan kağıt ve baskı parası isteyen yayın evleri, olayı tamamen ticarete dökerek ayakta kalmaya çalışmış ve bunu da nispeten başarmıştır. Yani artık kitabı yazmış olmanız yetmez. Bir de üstüne para vererek kitap çıkarmanız gerekecek.

 

Bu son modanın yaydığı ”trend” olarak kitap çıkarma kültürünün ya da kültürsüzlüğünün bir sonucudur. Bir gün herkes on beş dakikalığına ünlü olacak diyen Andy Warhol’ün izinde giderek, herkes kendi popüleritesini ve hayran kitlesini oluşturmak için kitap çıkarmaya başlamıştır. Özellikle sosyal medyanın da gücü ile birlikte yolda gördüğümüz herhangi bir insanın bile kendi parasıyla çıkardığı kitap ya da kitaplar olabilmekte.

Al gülüm ver gülüm şekliyle ilerleyen bu yeni yayın evi anlayışı kültürü bir çöp haline getirse de birilerinin cebini doldurmaya yetmiştir. Artık kitaplar, bir kültür projesi ve akli metinler değil, bir ticaret nesnesi ve bir para kazanma kaynağı olarak nitelendirilebilir.

Yayın Evlerinin Önündeki Üç Büyük Tehlike: 

1- E – Kitap: 

Beklenen oldu ve kitap okuma kültü de tamamen şekil ve yön değiştirerek dijital ortama dönüştü. Artık insanlar tabletlerden ve hatta cep telefonlarından istedikleri kitapları indirip çok ucuza okuyabilmekte. Telefondan bir şey okumak eskiden ne kadar zor ise, şimdi de kitap gibi büyük ve ağırlığı olan ”cisimleri” yanında taşıyıp tutarak okumak bir o kadar zor!

Yayıncılığın basım alanından çekilip dijital alana düşmesi ve bunun yaygınlık kazanarak insanlar arasında giderek rutin bir alışkanlığa dönüşmesi yayın evlerinin önündeki ilk büyük tehlikedir.

Yayınevi açmak istiyorum adlı makalemizi okuyarak her şeye ve her şerre rağmen ben bu işi yapacağım diyenler mevcut bilgilerden faydalanabilirler.

 

2 – Yayın evlerinin Tekelleşmeye Gitmesi: 

Türkiye’de bir okur kitlesi var. O öyle bir kitle ki yazara ya da kitabın içeriğine bakmadan fanatik bir tempoyla ”o yayın evinden çıkan her kitabı alırım abi” kafasında hareket etmekte. Yayın evleri de diğer şirket kurumları gibi tekelleşmeyi elinde tutup sektöre hükmetme aşamasına geçmiştir. Biz ne kadar kültürel öğeler ve entelektüel birikimler desek de, kitap da tek başına bir ticari nesneye dönüşmüştür. Yayın evleri de o nesneleri finanse eden birer şirkete. Bu nedenle bu tekelleşme yolunda emin adımlarla ilerleyen yayın evlerine karşı savaşmak, tahmin edildiğinden çok daha zordur ve giderek de zorlaşacaktır.

3- Türkiye’deki Okuma Oranlarının Pek De İç Açıcı Olmaması: 

Kim okuyor bunca kitabı diye bir soru yöneltmek epey makul. Cevabı da aslında bir o kadar basit. Kimse okumuyor! Zira yazarından kitabıyla beraber parasını da alan yayın evleri, satıştan değil yazardan aldığı paralarla yoluna devam ediyor.

Ancak her moda gibi bu kitap çıkarma modası da bitmeye yüz tutmuş durumda. Türkiye’de yayın evlerinin geleceği parlak mı sorusu, bir elli yıl sonra yayın evlerinin bir geleceği kaldı mı şeklinde değişmek üzere.

Yorum yapın